Yurtdışında dostlarım sıklıkla şu soruyu sorarlar: Bir yıla bu kadar olayı, sorunu, nasıl sığdırıyorsunuz?
Gerçekten de, Türkiye, her biri, herhangi bir gelişmiş demokrasiyi uzun yıllar uğraştırabilecek büyük olaylarla, büyük sorunlarla, aynı zaman diliminde uğraşan bir ülkedir.
Bu nedenle, şu saptamayı da eklerler: Sıkıcı olmayan, heyecan dolu bir ülkede yaşıyorsun.
Doğrudur: Türkiye, sıkıcı değil, aksine zamanın çok hızlı geçtiği heyecan dolu bir ülkedir.
Gelişmiş demokrasiler, kural-temelli, istikrarlı, ama, genelde de sıkıcı ülkelerdir.
Türkiye ise, kuralların uygulanışı eksik, istikrarı zayıf, yaşamı zor, fakat, asla sıkılmadığınız, heyecan dolu bir ülkedir.
Umberto Eco’nun, 2000 yılında dilimize çevrilen çok sevdiğim Foucault Sarkacı romanı, Türkiye’yi anlamak için yararlı bir metaforu bize sunar.
Sarkaç, iki ayrı, birbirlerine zıt konumlanmış nokta arasında gidip gelen bir harekete sahiptir.
Türkiye, Foucault Sarkacı gibi, yeni ile eski, umut ile karamsarlık ya da demokrasi ile otoriterlik arasında gidip gelen bir gel-gitler ülkesidir.
İstikrar sağlandı dediğimiz an, istikrarsızlığı anıştıran bir sorun çıkar.
Değiştik dediğimiz an, değişmediğimizi gösteren bir sorunla karşılaşırız.
Demokratikleşiyoruz dediğimiz an, otoriterleşme eğilimleri başlar.
İç ve dış politikada geleceğe artık güvenle bakıyoruz dediğimiz an, her ikisinde de, kriz ve çıkmaza girme, güvensizlik duygusunu güçlendirir.
Güven ile kibir arasındaki sınır, bir anda yok olabilir.
Yolsuzluğa karşı mücadele ediyoruz, şeffaflaşıyoruz dediğimiz an, büyük yolsuzluk iddialarıyla karşılaşırız.
Vesayet rejiminden çıkma, vesayetin bittiği anlamına gelmez.
İktidar savaşları, toplumun üstünde ve toplumdan bağımsız devam eder.
Özetlersek, Yeni Türkiye derken, eski Türkiye, bir anda, ortaya çıkar.
2013, hepimizi, hatta dünyayı şaşırtan bir hızda ve gel-gitte yaşandı.
İki zıt 2013, İki zıt Türkiye yaşadık.
İlk altı ay, yarına dair umutlarımızı yükselten, hepimizi heyecanlandıran, dünyanın hafif bir kıskançlıkla izlediği bir Türkiye’yi yaşadık.
Çözüm Süreci; Yeni ve Demokratik Anayasa umutları; küresel ekonomik kriz yaşanırken, cari açık sorununa rağmen, ekonomik performans başarısı; Türkiye-AB ilişkilerinde yeniden canlanma olasılığı; ta ki, 1 Haziran sabahına kadar. Sonra, birden ve ani bir dönüşle, Foucault Sarkacı ters yöne doğru hareketlenmeye başladı.
Gezi Parkı olayları; Mısır Darbesi; Suriye krizi; Yeni Anayasa sürecinin bitimi; Çözüm Süreci’nde duraklama; yolsuzluk iddiaları; Erdoğan/AK Parti- Gülen Hareketi kavgası; Başbakan’la, özellikle Batı ve dünya arasında giderek artan kopukluk ve güven krizi.
Umutla başlayan 2013 yılı, karamsarlıkla biterken, iki zıt Türkiye tablosunu ortaya çıkarttı.
Türkiye’nin, çok kritik seçimleri yaşayacağı 2014 yılının temel hedefi, Türkiye’yi bu zıtlıklar tablosundan çıkartmak, bunun için de iç ve dış politikanın, eşzamanlı ve ilişkili olarak “reset”lenmesi, dolayısıyla yeniden kurulması olmalı.
Bu da, eleştirel ve yapıcı bir düşünce tarzını, yeni bir akıl arayışını gerekli kılıyor.
Milliyet’te, Yeni Akıl köşemde, bu arayışı, düşüncelerimi ve bilgimi okurlarımla paylaşarak yapmaya çalıştım.
Ama, artık, “hadi hayırlısı” diyerek başladığım bu köşeye veda etmek zamanı geldi.
Eski usul, yazılarımı kesip saklayan en iyi okurum anneme, ilgi ve eleştirilerinden dolayı tüm okurlarıma teşekkür ederim.
Yeni Akıl’la, başka bir formatta, buluşmak umuduyla, hoşça kalın.