<#comment>#comment>Dünya futbolunun, "şampiyon" apoletli devlerinden Fransa’nın "yıldızlar topluluğunu" andıran son şampiyonu Olympique Lyon’u misafir eden Denizlispor, büyük bir talihsizlikle başladı maça... UEFA Kupası ve lig maçlarındaki gol ayağı Mustafa Özkan ve defansın garantörü Hakan Çimen gibi çok önemli iki silahından mahrum kalmıştı. Teknik Direktör Rıza Çalımbay, sarı kart cezalısı olan Çimen’in yokluğunu hesaba katmış, gerekli montajı yapmıştı belki ama, maça bir gün kala sakatlanan Mustafa’nın yokluğu tüm planları alt - üst etmişti.
UEFA Kupası’nda üçüncü tur maçı oynama gibi bir onuru yakalayan Denizlispor, güçlü Fransız rakibi karşısında bu sıkıntı ve sancıyla kıvrandı durdu maç boyunca...
Takımını sahaya oldukça akıllı bir taktikle süren Çalımbay, maçın kaderini orta sahaların belirleyeceği düşüncesi içinde Ali Tandoğan, Serdal, Kabat, Levent, Hietanen ve İlyas’tan oluşan altı kişilik timi forvette yalnız bıraktığı Bencik’in emrine verdi. Denizlispor defansı bir kaç hatanın dışında iyi mücadele ederken orta saha maç boyunca kontrolü elinden bırakmadığı oyun kurgusuyla dengeli bir görüntü sergiledi. Ancak ileride "yalnızları oynayan" Bencik, Lyon’un usta defansı
<#comment>#comment>Gün, tekerleme günü...öKarşıki dalda bir Kartal, Kartal kalkar dal sarkar... Dal sarkar, Kartal kalkar..." Hadi söyleyin bakalım... Bir nefeste, durmadan duraksamadan, virgülüne bile takılmadan...İşiniz zor... Hadi diyelim yetenek sizde "dizboyu".. Diliniz döndü, kıvırdınız, tekerlemeyi bir çırpıda sıraladınız... Peki ya Kartal? 100. Yılında "şampiyonluk" pençelemeye hazırlanırken, o daldan "kanatsız" nasıl kalkar? Yetenek yoksunu bu forvetle hedefine nasıl uçar? Kartal ligin başında bu sorunlarını çözmez, önlemini almazsa, bırakın ilk yarıyı, en geç 10. haftada yine zirveden düşer, yine "karaları" bağlar... Geçen hafta Kocaeli, dün de İstanbulspor maçı...Gol dakikaları değişik, senaryo yine aynı. Önce yenen "şok" gol, sonra heyecan ve gerilim bir arada "korku" dakikaları...
Lucescu, onca hazırlık, ardından oynanan iki lig maçına rağmen hala ilk on biri bulamamanın sıkıntısı ve arayışında. Bir önceki hafta 18’e bile almadığı Niyazi’yi sağ kanada, oyunda varlığıyla yokluğu çıktığı dakikaya kadar belli olmayan İbrahim’i de sol kanada monte etmiş. İlk on birin iki değişmez ismi Tayfur ve Tümer’i ise yedek kulübesine çekmiş. Kafasından geçenleri anlamak ne kadar zorsa,
<#comment>#comment>Zor iştir her konunun erbabı olmak. Bedeli vardır ahkam kesmenin. Ya çok iyi bir eğitimden geçmiş olacak, ya da eksiklerini bilecek, geceni gündüzüne katarak kendini yetiştireceksin. Öğrenmenin sonu olmadığına inanacak, araştıracaksın... Takdire şayandır sevgili Hıncal Uluç’un bu yanı. Her ne kadar bende bir emeği olmasa da, meslek büyüğüm olarak yazdıklarını dikkatle okur, ustalığından feyz almaya çalışırım...
3 Ağustos 2002... Günlerden cumartesi... Cüneyt Koryürek’in iddialı saptamasıyla (!) "Türk medyasının atletizm yazan üç ismi" Kenan Onuk, Hıncal Uluç ve Cüneyt Koryürek, Avrupa Şampiyonası öncesinde Atletizm Federasyonu Başkanı Mehmet Yurdadön’ü NTV’de misafir ediyor ve bilinmeyenlerin (!) ortaya çıkması için soru yağmuruna tutuyorlar. Önce masaya Türk atletizminin "altın", ama "kayıp" kızı Süreyya Ayhan yatırılıyor. Haklı eleştiriler, sorgulamalar ve nasihatlardan sonra sıra "sıradan kalemlerin (!)" yazdığı "gündem" oluşturan sıradan haberlere geliyor. Yani "atletizm yazan üç silahşörün" bildiği (!) ama yazmaya değer görmediği haberlere... Yıldız milli takımın seçiminde yaşanan "torpili" seçimde hakkı yenen 5 sporcu varken "magazinsel" bir tavırla sadece
<#comment>#comment>Zor iştir her konunun erbabı olmak. Bedeli vardır ahkam kesmenin. Ya çok iyi bir eğitimden geçmiş olacak, ya da eksiklerini bilecek, geceni gündüzüne katarak kendini yetiştireceksin. Öğrenmenin sonu olmadığına inanacak, araştıracaksın... Takdire şayandır sevgili Hıncal Uluç’un bu yanı. Her ne kadar bende bir emeği olmasa da, meslek büyüğüm olarak yazdıklarını dikkatle okur, ustalığından feyz almaya çalışırım...
3 Ağustos 2002... Günlerden cumartesi... Cüneyt Koryürek’in iddialı saptamasıyla (!) "Türk medyasının atletizm yazan üç ismi" Kenan Onuk, Hıncal Uluç ve Cüneyt Koryürek, Avrupa Şampiyonası öncesinde Atletizm Federasyonu Başkanı Mehmet Yurdadön’ü NTV’de misafir ediyor ve bilinmeyenlerin (!) ortaya çıkması için soru yağmuruna tutuyorlar. Önce masaya Türk atletizminin "altın", ama "kayıp" kızı Süreyya Ayhan yatırılıyor. Haklı eleştiriler, sorgulamalar ve nasihatlardan sonra sıra "sıradan kalemlerin (!)" yazdığı "gündem" oluşturan sıradan haberlere geliyor. Yani "atletizm yazan üç silahşörün" bildiği (!) ama yazmaya değer görmediği haberlere... Yıldız milli takımın seçiminde yaşanan "torpili" seçimde hakkı yenen 5 sporcu varken "magazinsel" bir tavırla sadece
<#comment>#comment>Zor iştir her konunun erbabı olmak. Bedeli vardır ahkam kesmenin. Ya çok iyi bir eğitimden geçmiş olacak, ya da eksiklerini bilecek, geceni gündüzüne katarak kendini yetiştireceksin. Öğrenmenin sonu olmadığına inanacak, araştıracaksın... Takdire şayandır sevgili Hıncal Uluç’un bu yanı. Her ne kadar bende bir emeği olmasa da, meslek büyüğüm olarak yazdıklarını dikkatle okur, ustalığından feyz almaya çalışırım...
3 Ağustos 2002... Günlerden cumartesi... Cüneyt Koryürek’in iddialı saptamasıyla (!) "Türk medyasının atletizm yazan üç ismi" Kenan Onuk, Hıncal Uluç ve Cüneyt Koryürek, Avrupa Şampiyonası öncesinde Atletizm Federasyonu Başkanı Mehmet Yurdadön’ü NTV’de misafir ediyor ve bilinmeyenlerin (!) ortaya çıkması için soru yağmuruna tutuyorlar. Önce masaya Türk atletizminin "altın", ama "kayıp" kızı Süreyya Ayhan yatırılıyor. Haklı eleştiriler, sorgulamalar ve nasihatlardan sonra sıra "sıradan kalemlerin (!)" yazdığı "gündem" oluşturan sıradan haberlere geliyor. Yani "atletizm yazan üç silahşörün" bildiği (!) ama yazmaya değer görmediği haberlere... Yıldız milli takımın seçiminde yaşanan "torpili" seçimde hakkı yenen 5 sporcu varken "magazinsel" bir tavırla sadece
<#comment>#comment>Zor iştir her konunun erbabı olmak. Bedeli vardır ahkam kesmenin. Ya çok iyi bir eğitimden geçmiş olacak, ya da eksiklerini bilecek, geceni gündüzüne katarak kendini yetiştireceksin. Öğrenmenin sonu olmadığına inanacak, araştıracaksın... Takdire şayandır sevgili Hıncal Uluç’un bu yanı. Her ne kadar bende bir emeği olmasa da, meslek büyüğüm olarak yazdıklarını dikkatle okur, ustalığından feyz almaya çalışırım...
3 Ağustos 2002... Günlerden cumartesi... Cüneyt Koryürek’in iddialı saptamasıyla (!) "Türk medyasının atletizm yazan üç ismi" Kenan Onuk, Hıncal Uluç ve Cüneyt Koryürek, Avrupa Şampiyonası öncesinde Atletizm Federasyonu Başkanı Mehmet Yurdadön’ü NTV’de misafir ediyor ve bilinmeyenlerin (!) ortaya çıkması için soru yağmuruna tutuyorlar. Önce masaya Türk atletizminin "altın", ama "kayıp" kızı Süreyya Ayhan yatırılıyor. Haklı eleştiriler, sorgulamalar ve nasihatlardan sonra sıra "sıradan kalemlerin (!)" yazdığı "gündem" oluşturan sıradan haberlere geliyor. Yani "atletizm yazan üç silahşörün" bildiği (!) ama yazmaya değer görmediği haberlere... Yıldız milli takımın seçiminde yaşanan "torpili" seçimde hakkı yenen 5 sporcu varken "magazinsel" bir tavırla sadece
<#comment>#comment>Kavga bitti"... diye sona erer, Nasreddin Hoca’nın dilden dile, ilden ile, ülkeden ülkeye dolaşan ünlü hikayelerinden biri. Malum olay, sabaha karşı hocanın kapısının önünde iki kişinin kavgaya tutuşmasıyla başlar. Gürültüye uyanan hoca, sırtına yorganı alır, dış kapıya yollanır. "Yapmayın. Etmeyin ağalar, birbirinize kıymayın" derken... İki kurnaz kavgacı, hocanın sırtından yorganı alır, kayıplara karışır... Odaya döndüğünde neler olduğunu soran karısına hocanın verdiği cevap artık Dünya literatürüne geçmiş bir klasiktir. Hem güldürür, hem düşündürür: "Yorgan gitti, kavga bitti".
* * *
Beşiktaş’ta da "yorganlar" bir bir gitti... Gitti ama, bolluğundan mıdır bilinmez, kavga bir türlü bitmedi... Önce, bir kulpundan tutulan Türkiye Kupası el salladı...Ardından son haftalara önemli bir avantajla girilirken, lig şampiyonluğu veda etti... Son umut, Şampiyonlar Ligi hesapları yapılırken, bu ihtimal de kuş olup uçtu... Yorganları alan kayıplara karıştı, "kavga döğüş" Kartal’a kaldı..
Dün de İnönü Stadı’nda konuşulan Göztepe maçı değil, Beşiktaş’ın gündemini oluşturan "naylon üye" sancısı, kongre kavgasıydı. Gişe önünde kuyruk bekleyen taraftarından,
<#comment>#comment>
Ali Sami Yen tıklım tıklım, iğne atsan yere düşmeyecek türden. Saatler 18.50’yi gösteriyor. Başlama vuruşuna 10 dakika kala stat hoparlöründen yükselen, tribünlerin ayağa kalkarak eşlik ettiği şarkı, anlam yüklü! "Gerçekleri tarih yazar, tarihi de Galatasaray"...
Sözler anlamlı, beste tanıdık... Kulağa da hoş geliyor. Taraftarlar yeri göğü inletiyor, ama sahada ilk 25 dakikada görünen tarihin bir başka gerçek yüzü. Sarı - Kırmızılı futbolcular, sanki geçen sezonun tedirginliğini yaşıyor. Tesadüf bu ya, hafta yine 32. hafta, yol yine şampiyonluk yoluydu. Stat yine Ali Sami Yen, rakip yine Ankaragücü’ydü. Zirvenin ortağı da, yine ezeli rakip Fenerbahçe. Hesapta olmayanlar oluyor, korkulan başa geliyor. Ankaragücü 2 - 1’lik galibiyetle Cim - Bom’un üst üste beşinci şampiyonluğuna taş koyuyordu.
Dün maça kadar herşey, sanki bir "deja vu"ydu. Yani daha önce yaşananların tekrarı. Dakikalar 31’i gösterirken, Emre "tilki" gibi sokuldu, önüne düşen topa Burak ile birlikte vurdu, bu görüntü kayboldu.
* * *