Türk siyasetinin en büyük açmazı, kapı gibi güvenilir bir ana muhalefetinin olmamasıdır. Öyle ya; iktidarın yegâne alternatifi odur. Bir bakıma, böyle bir ana muhalefet olmadığı içindir ki vesayet odaklarına gün doğmuş ve demokrasiden ümit keserek darbe yapmayı maharet bilmişlerdir.
Vesayet odaklarının, ana muhalefetten iktidar umutları olsaydı, seçim dönemini bekler ve darbe gibi bir kepazeliğin öncüsü olmazlardı. Nitekim 60 ihtilalini yapanlar, muhalefet liderini başbakanlığa getirmekle kalmamış, kendisine bağlılıklarını şu meşum (uğursuz) cümleyle dile getirmişlerdi: “Paşam, emirleriniz bize Peygamber buyruğudur.”
Toplumsal olarak diğer bir şanssızlığımız da, ortanın solu diyerek yola çıkan ana muhalefetimiz, solu da kendine benzetmiş ve dünyada emsali bulunmayan, ne idüğü belirsiz bir yapıya bürünmüştür.
Halkçı geçinip emekten yana olduklarını iddia etmelerine karşın, fildişi kulelerde oturup, viski yudumlayarak, halkla alay etmeyi ve kafalarındaki cinlikleri halka dayatmayı solculuk bilmişlerdir.
FETÖ’nün borazanlığında gemi azıya almış, evlere şenlik bir muhalefet anlayışımız var. Bakınız, ana muhalefetin lideri olacak kişi, ülkenin seçilmiş başbakanı hakkında uyduruk (montaj) ses kasetlerini (FETÖ imalatı) Meclis’in çatısı altında, parti grubuna ve tüm Türkiye’ye yayınladı.
Araştırmadan, etmeden, bilmeden (bilmiyoruz, belki de bilerek!) eline tutuşturulan o kasetleri yayınlamak ve onlara dayanarak başbakanı ‘başçalan’ diye yaftalamak, siyaset kitabının neresinde yazıyor? Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir siyaset yok!
Atılan onca iftira ve yapılan hakaretler mahkeme kararlarıyla tespit ve tescilli, zira ödenen tazminatlar ortada. Ama hiçbir şey olmamış gibi aynı tezvirat gırla gidiyor.
Aynı adam, dün de Almanya’ya gittiğinde Türkiye’yi jurnallemiş ve Türkiye’de can güvenliğinin olmadığını söyleyerek turist olarak seyahat edilmemesini salık vermişti.
Bugün de aynı yere gittiğinde, Türkiye ve Türk düşmanlarıyla görüştü ve Türkiye’yi karaladı.
Bu ne menem bir muhalefettir ki hep bir ağızdan, bir Saray edebiyatıdır tutturmuş gidiyorlar. Ayol! Bu Saray denilen mekân, Türkiye’nin temsil mekânı olup milletin malı mıdır, yoksa Sayın Erdoğan’ın şahsi mülkiyeti midir?
Ayıptır, ayıp!
Bakınız, İstanbul’daki vilayet binasını Osmanlı yaptı ama şimdi orayı Cumhuriyet’in valisi makam olarak kullanıyor. Osmanlı’nın esamisi ve hatta gelip geçen onca validen hiçbirisinin esamisi okunuyor mu?
Demek ki neymiş? Şahıslar geçici, mekânlar ve devlet devamlıdır.
Orası, milletin parasıyla yapılan, milletin temsil makamından başka bir şey olmayıp, şahıs planında kimsenin mülkü değildir. Hele hele orada temsilci ve geçici olarak bulunanların hiç değildir.
Hangi mahkeme kadıya mülk kalmıştır?
Sayın Erdoğan bugün var, yarın yok. Gidince, ağzınızda pelesenk ettiğiniz ‘Saray’ı beraberinde mi götürecek?
O Saray denilerek karalanmak istenen yerden 82 milyonluk Türkiye idare ediliyor. Bin bir odası var diyerek, ağızlardan salya akıtmanın manası var mı? Zira onlar yatak odaları değil, hepsi çalışma odası yani ofis. Bu millete hizmet üreten mekânlar; bin değil, beş bin olmadığına dertlenin asıl.
Muhalefet dediğin, iktidara karşı yeni ve çok daha cazip politikalar üretir, projeler yapar, teklifler sunar. Bizdeki gibi ‘işkembe’ siyaseti yapmaz!
Bilinmelidir ki siyasetçinin yaptığı küfür ve hakareti millet üzerine alınıyor, zira onları kendisi seçiyor.
Millet de küfür ve hakaretin karşılığını sandıkta veriyor, başka ne yapsın?
Hâlâ akıllanmayacak mısınız?
Solculuğa da, solculara da, muhalefete de yazık ettiniz!
Bu kafayla, tek başarınız olan, sittin senedir iktidar olamamaktan da ibret almıyorsanız, biz daha ne diyelim?