AB seren-camımız inişli çıkışlı devam ediyor. Müzakereler kâh kesiliyor, kâh ivme kazanıyor.
Mahut netameli ortamda AB bizi suçladı, biz AB’yi suçladık. Sonuçta iki taraf da suçlamalarla bir yere varılamayacağını gördü. Zira taraflar çok iyi biliyor ki Türkiye Avrupa’sız, Avrupa Türkiye’siz yapamaz.
Türkiye dış politikasında çok yönlü olmak ve sahip olduğu her enstrümanı kullanmak zorundadır. Üç kıta yedi iklimde hükümran olmuş bir imparatorluğun vârisleri olarak bir köşede sıkışıp, kendi halimizde kalamazdık, kalamayız.
Tarih ve coğrafyamız bizi buna zorlamaktadır.
Daha da önemlisi, Türkiye’nin şahsiyetli bir dış politika sürdürme zorunluluğu vardır. Aksi halde, onun bunun maskarası oluruz!
Şahsiyetli demek, kibirlenmek ve kendini dev aynasında görmek değildir. Uluslararası münasebetlerde mütekabiliyet esasını (eşit statü) gütmek demektir. Sık sık ifade edildiği şekilde, ‘diklenmeden dik durmak’.
Avrupa’nın ve bir kısım ülkelerin Türkiye’ye mütekabiliyet esasına göre baktığı söylenemez.
Daha açık ifadesiyle söyleyelim; şimdiye kadar politikayı onlar belirler, biz uygulardık.
AB’nin kapısında 55 senedir bizi süründüren, onların bu sakat anlayışıdır.
Sürekli onlar rest çekti ve biz bu restlere boyun eğdik. Onlar her daim bu denli kötü alışkanlıklarını sürdürmek istedi. Sonuçta sabrımızı taşırdılar; silkelenip kendimize geldik ve bu kez resti biz çektik.
Önce afalladılar ama sonra alıştılar. Yelkenleri suya indirip, tekrar görüşmeye davet ettiler.
Varna’da düzenlenen Türkiye-AB zirvesinde Erdoğan, ilgilileri bir kez daha uyardı ve şöyle dedi: “Küresel bir güç olma iddiasındaki Avrupa’nın Türkiye’yi genişleme politikasının dışına itmesi vahim bir hata olacaktır. Türkiye bölgede kilit aktör, jeostratejik öneme haiz bir müttefik, genç nüfusa sahip dinamik bir ülkedir.”
Avrupalılar Türkiye’nin önemini ve büyüklüğünü çok iyi biliyorlar. Biliyorlar ki Türkiye’den korkuyorlar! Bu yüzden de Türkiye’ye vermiş oldukları sözlerini tutmuyorlar. Bunların başında, Türk vatandaşlarına sağlanması gereken vize serbestisi gelmektedir.
Halbuki Türkiye, set görevi gördüğü mültecileri serbest bıraksa, Avrupa ülkeleri perişan olur. Tek başına üç buçuk milyonluk mültecinin yükünü çekmesine rağmen Türkiye sözünde duruyor; AB ise, vaat etmiş olduğu yardım parasını bile henüz göndermiş değil!
AB-Türkiye müzakerelerinde yol almak isteniyorsa, öncelikle vaat edilen hususların gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Somut adım atılsın ki onu yeni somut adımlar takip edebilsin.
Neyse ki bu kez fazla uzatmadan, yaz başında yeniden bir araya gelinip müzakerelere devam edilecek.