Damarlarımızda dolaşan FETÖ şeytanı konusunda birbirimizi suçlarken havanda su dövüyoruz. Dikkat ediyoruz da tüm değerlendirmelerin ne denli sathi olduğunu görmenin şaşkınlığı içindeyiz. Zaten mahut yapı da bizim bu körlüğümüzden faydalanarak en mahremlerimize kadar girmiş ve bizler bundan habersiz kalmışız.
Bir kere şu tespitleri tartışmasız yapmak gerekiyor. Geçen asrın başlarında (Osmanlı’nın son ve yıkılma dönemleri) İngiliz vesayetine giren ülkemiz Kurtuluş Savaşı ile külleri üzerinden yeniden doğdu ama bu kez NATO ile ABD’nin ve Batılı müttefiklerimizin vesayetine girdi.
Bu ülkede, devletimizin istihbarat teşkilatının en yetkili ağzı, “Biz, CIA’nın Ortadoğu masası gibi çalışırız!” dememiş miydi? Bu, şu demek; MİT sözde başbakanlara bağlıdır. Nitekim bu ülkenin başbakanları; “MİT bana Afrika’daki darbeyi haber veriyor ama bizim içimizdeki darbeden haberimiz olmuyor!” demiştir.
FETÖ işte böylesine mümbit bir tarlada yeşertildi; Soğuk Savaş yıllarının geçer akçesi, komünizme karşı olmak ve bu isim altında kamufle edilerek komünizmle mücadele derneklerinde istenilen gizli faaliyetleri rahatça yürütmek.
Bunun için dini bir cemaatin(!) ve liderinin seçilmesi gerekiyordu. 60’lı yılların sonunda aranan kan bulunur! Sıradan bir cami imamı olan ve fakat ağzı laf yapan, ezik ruhlu, satılmış bir hain bulunur. Bunun adı F. Gülen’dir ve 6 ay, bilemediniz bir yılda gerçekleşmesi gereken memuriyetteki asaleti, 7 yılda gerçekleşmez. Cami imamlığından atılması gereken bu adam, tam tersine terfi ettirilerek vaizliğe geçirilir!
Elinden tutup, arkasında yer alan kişiler MİT Müsteşarı Fuat Doğu, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagür ve gedikli CHP’li Kasım Gülek’tir (CIA’nın kurduğu Moon tarikatının Türkiye temsilcisi). F. Gülen sözde Nur Cemaati’nin içinde yer alarak, kurduğu fesat ocağını gergef gibi işledi.
Bu kirli yapıyla, kırk sene sonrasının Türkiye’sindeki kadrolara insan yetiştiriliyordu.
Bundan dolayı da en masum işlere soyunmaları ve herkesle (güçlü olan!) iyi geçinmeleri gerekiyordu. Güç kimdeyse, bunlar onun arabasında idiler ve hiçbir zaman durakta durup araba beklemediler!
Bukalemun gibi olup, her an her renge girebiliyor ve herkesle beraber gözükebiliyorlardı.
Süleyman Demirel’i en güçlü zamanlarında desteklediler; zavallı Demirel de bir ömür boyu Nurcularla oynadığı oyunda oyuna geldiğini anlayamadan öldü!
28 Şubat’ta Erbakan’ın karşısında ve askerin yanında yer aldılar. Böylece liberalleri bile kandırdılar ve lehlerinde konuşturup, yazdırıp, çizdirdiler.
Sosyal demokrat bir siyasi partiyi (DSP) desteklediler ve Ecevit’i iktidara taşıdılar. Bunun karşılığını da görmekte gecikmediler. CIA, Ecevit’e Abdullah Öcalan’ı teslim ederken, F. Gülen’i, uşaklığını yaptığı ABD’ye uçurdu!
Bu yapıyla barışık olmayan tek lider ve siyasi parti N. Erbakan ve onun kurduğu siyasi teşekküllerdi. Zira Erbakan’ın ağzı sütten yanmıştı; bunun için yoğurdu üfleyerek içiyordu! Nitekim mahut yapıyla iltisaklı Hüsamettin Akmumcu ve arkadaşları (24 milletvekili) partiden istifa ederek Erbakan’ı ortada bırakmışlardı.
2002 yılında, Erbakan’ın teşkilat mensuplarının kurduğu AK Parti tek başına iktidara gelince, baktılar ki giden araba budur ve üstelik bunun duracağı da yoktur.
Derhal aradaki buzları eritip arabaya atladılar ve yetiştirmiş oldukları her çeşit kadroyu, “Ne istediler de vermedik!” sözünün gereği olarak her tarafa yerleştirdiler.
Buraya kadar muvafığı, muhalifi ve çekimseri herkes derin bir uyku halindedir. Kısmen, kollarının bacaklarının yansımalarından rahatsız olanlar ve bunları dillendirenler olduysa da ahtapotun başını ve vücudunu tümüyle gören kimse olmadı!
Baktılar ki otobüsteki yardımcı şoförler bizden, muavinler bizden, yolcuların çoğu bizden, şoförün de kendilerinden olması gerektiğine kanaat getirdiler.
İlk kez, makamına talip olunan şoför uyandı ve zıplayarak yerinden fırladı!
Gafletini kabul ederek af diledi; en yakınlarından başlayarak herkesi uyandırmaya çalıştı. Onları ve kimseyi beklemeden tek başına kıyasıya bir savaşa girişti. Etrafı ağırdan aldıkça, muhaliflerinin çoğu anılan yapıyla paralellik arz etmeye devam etti.
Bir tane mert adam çıktı; geçmişe sünger çekerek bu mücadelede Sayın Erdoğan’ın yanında yer aldı. Sayın Bahçeli tehlikenin ne denli büyük olduğunu gördü ve zafer için tehlikenin gözünün içine bakmak gerektiğini çok iyi biliyordu.
Baktı ve gerçek bir lider olarak, hem partisini ve hem de ülkeyi büyük bir badireden kurtardı.
Artık 15 Temmuz faciasından sonra da “Tencere dibin kara, seninki benden kara” demenin ve en adi ve soysuz yansımalarıyla FETÖ’cülük oynamanın ve FETÖ’nün maskarası olmanın kime ve kimlere yarayacağının iyi bilinmesi gerekmiyor mu?
Kusura bakmayın ama buna gaflet diyen de ihanet içinde olsa gerektir.