Yunus Emre’miz ne güzel hecelemiş: ‘..Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı; söz ola ağulu aşı bal ile yağ ede bir söz…’
Günlerdir toplumca havanda su dövüyoruz. Hoca veya hoca kılıklı mahut kişiler, toplumun huzuruna çıkıp abuk sabuk laflar edip, mide bulandırıyor ve huzur kaçırıyorlar. Bu hal, bugünün meselesi de değildir. Nedense bir kısım densizler, din adına ahkam kesmeyi, üzerlerine vazife görüp çam üstüne çam devirmeyi, eskiden beri maharet biliyorlar.
Öküzün altında buzağı aramakla maruf medyamız da mal bulmuş Mağribi gibi konuyu ağızlarına sakız edip sürekli çiğniyorlar. Niyetler bozuk olduğundan, kimsenin sadra şifa bir laf ettiği, edeceği de yok! Ama gelin görün ki, tenkidin ve hakaretin bini bir para!
Söz konusu din olunca; eğri-doğru, yalan-yanlış sarf edilen her beyan yankı buluyor ve eleştiri konusu oluyor. Halbuki işin sahipleri ve sorumluları var. Diyanet Teşkilatı, Din İşleri Yüksek Kurulu, İlahiyat fakülteleri, salahiyetli din adamları gibi sorumlu şahıs ve kurum temsilcileri susunca, meydan yeri medya hokkabazlarına kalıyor.
Onların susması ve karşı gelmemesi yüzünden değil midir ki, FETÖ ve benzeri zararlı cereyanlar kök salıp her yanı kapladı? Susanlar, sustukları şeyin karşısında ‘dilsiz şeytan’ konumuna düştüklerini bilmelerine rağmen ısrarla suskunluklarını sürdürüyorlar.
Neden korkuyorlar dersiniz?!
Halbuki bu zevatın öncelikle Allah’tan korkmaları gerekmez mi?
Her zamanki gibi, üzerine vazife olmamasına rağmen topa yine Cumhurbaşkanı girdi. Girdi ve konunun ilgililerini uyarırken sarf ettiği bir söz maksadını aştı ve sosyal medyada ağır eleştiri konusu oldu. Ertesi gün hem Cumhur-başkanlığı’ndan açıklama yapıldı ve hem de Cumhur-başkanı’nın kendisi bizzat sözlerine açıklık getirdi.
Asıl konu olan; din adına ileri sürülen herzeler unutulmuş; Cumhurbaşkanı’nın yanlış anlaşılmaya müsait sözü ayyuka çıkarılmıştı.
Sorumlular, sorumluluklarının gereğini hep birilerinin iteklemesi ile mi hatırlayacaklar?
Din adına ahkam kesen ve yalan-yanlış bir sürü hezeyanla dini karalayan ve kötü gösteren bu uğursuz ağızları kapatmakla görevli kurum ve kuruluşlar ne güne duruyorlar?
Halbuki; haksızlık karşısında susulmayacağını, doğru da olsa her doğrunun her yerde söylenemeyeceğini, insanlara akılları nispetinde hitap edileceğini, cahillere delil (kanıt) gösterilmeyeceğini, müdaranın nerede ve nasıl yapılıp yapılmayacağını; en iyi kendilerinin bildiklerini iddia ediyor ve bunların dersini millete veriyorlar!
Görünen o ki; bana dokunmayan yılan bin yaşasın gafleti tüm ufukları tutmuş!
Sorumluların her biri sustukça ve köşe bucak kaçtıkça iş, din- iman hassasiyeti olan Cumhurbaşkanına kaldı, kalıyor!
Ne acı!
Cumhurbaşkanı, hem nalına hem mıhına vurup, yanlış anlaşılan sözlerine açıklık getirince ve hepsinden önemlisi ilgilileri de ağır bir dille uyarınca; ilahiyat fakülteleri beyanat yarışına girdiler!
Aportta bekleyen mahut leş kargalarının hevesleri de böylece kursaklarında kaldı!
Ne diyordu Yunus: ‘İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin; ya nice okumaktır?’