1946 yılında başlayan demokrasi mücadelemiz bütün hızıyla sürüyor.
Demokrasinin olmazsa olmazı sandıktır ve biz milletçe bu sandık işini çok iyi beceriyoruz.
Lakin niyetimiz bozuk olduğundan, sandıktan çıkana gerekli özeni göstermiyoruz. Özeni göstermek şöyle dursun, adeta sandıktan intikam alıyoruz.
Bu yüzden, demokrasi tarihimizi darbeler tarihi olarak tescilledik.
Vaktiyle dışarıya satılmış bir kısım Osmanlı paşaları, yabancı sefaretlerin adamları olup onlar adına iş yaparlardı. İşlerinin kolaylaşması için de hizmetinde bulundukları devletlerin Babıali’ye (halifeye ve hükümete) baskı yapmalarını isterlerdi.
Mahut alışkanlık, vesayet anayasaları vesayet odaklarıyla günümüze kadar devam etti. Etrafımızda aynı alışkanlığı sürdürmek isteyen başta ABD olmak üzere düzineyle devlet var.
İçimizdeki satılmışların ve medyunu oldukları yabancıların ortak kanaatleri şudur: Türk milleti demokratik açıdan henüz rüşdünü ispat etmiş değildir. Kahir ekseriyetiyle cahil halk yığınlarından ibarettir. Dolayısıyla, böyle bir halkın demokratik talep ve beklentileri olamaz. O halde yapılması gereken şey, böyle bir halka dayatmaktır.
Hastaya ilaç sorulmaz; reçetesi yazılır ve ilaçlar zorla da olsa tatbik edilir.
Kaleler içlerinden fethedilir. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden, düşman pervasızca saldırmakta ve FETÖ misali örgütler vasıtasıyla devletin kılcallarına kadar nüfuz edebilmektedir.
Yetmiş seneyi aşkın bir zamandır milletimize karşı oynanan demokrasicilik oyunu artık bozuluyor. Nihayet siyasi irade kararını verdi ve topu emanetin gerçek sahibine, millete attı. Bundan böyle vesayet odaklarının dediği değil, halkın dediği olacak.
Artık darbeler tarihi değil, gerçek demokrasi tarihi yazılacak.
Bu cümleden olarak, millet, kaos ve darbe üreten vesayet odaklı parlamenter sisteme son vererek başkanlık sistemine geçti. Bunun için yapılan referandumla açmış olduğu parantezi 24 Haziran seçimleriyle kapattı. Hem de birinci turda...
Yeni sistemle, halk kendi oylarıyla cumhurbaşkanını ve onun başkanlık edeceği hükümeti bizzat seçiyor. Parlamenter sistemde hükümetin teşkili ve güvenoyu alıp göreve başlaması haftalar alıyordu.
Başkanlık sistemiyle birlikte parlamento asıl görevine (kanun yapma ve denetim) yoğunlaşacak; hepsinden önemlisi sistem, hükümetsizlikten ve koalisyonlardan korunmuş olacak. Parlamenterlik yaptığımdan biliyorum; eski sistem deliye pösteki saydırma modeliydi dense yeridir.
İstikrarsızlıktan ve koalisyonlardan çok çeken İtalya, koalisyon hükümet modelini yasakladı ve seçimlerden yüzde 40 alan siyasi partiyi tek başına iktidara taşıyacak seçim sistemi getirdi.
Bu yüzden bizde de sürekli ‘hükümetçilik’ oynandı ve hükümetlerin ortalama ömrü 18 ayla sınırlı kaldı. 18 aylık bir hükümet hangi köklü kararı alabilir? Hangi devasa projelere imza atabilir? Farzımuhal imza atılsa bile, o projeler tamamlanabilir mi?
Bunları hep denemedik mi? Bir iktidarın attığı fabrika temellerini diğer bir iktidar gelip sökmedi mi? Atılan temeller Ankara’ya Meclis bahçesine getirtilip teşhir edilmedi mi? Siyasi istikrarsızlık herkesi perişan etmedi mi?
Tüm bu kepazeliklere son vermek için, yaşasın gerçek demokrasi ve halkın iktidarı!