Zamanın düşünürü dili, evrenin planı olarak tanımlar. Daha eskiler ise, insanı tanımlarken, düşünen ve konuşan hayvandır derler.
Büyük bir imparatorluğun varisleri olarak geliştirdiğimiz lisanımız, dünyanın en yaygın ve mükemmel dilleri arasında yer aldı; devlet lisanı oldu.
Üç kıta, yedi iklimde hüküm süren imparatorluğumuz, çeşitli milletlerle ve bir o kadar da kültürle etkileşime girip kelime alış-verişinde bulundu.
İslamiyet’le tanışıp kabullendikten sonra da, bolca Arapça kelime devşirdik. Özellikle dini terminolojimizi Arapça ve Farsça kelimelerle kurup Türkçemizi zenginleştirdik.
Böylece Orta-Asya steplerinden getirdiğimiz oba (çadır) dilimizi, geliştirerek cihanşümul hale getirdik.
Cumhuriyetli birlikte girişilen modernleşme sürecinde, büyük bir yanlışa imza atıldı ve dilde tasfiyeciliğe gidildi. Agop Dilaçar’ın Türk Dil Kurumu başkanlığını yaptığı dönemde, dilimizdeki özellikle Arapça ve Farsça kelimelere adeta savaş açıldı.
Onların yerine sözde öz Türkçe, daha doğrusu uydurukça kelimeler konularak dilimiz kuşa çevrildi. Bu konuda öylesine ileri gidildi ki, işin mimarları bile yapılanları beğenmediler ve bu zorlama ve absürt işten vaz geçtiler. (Güneş Dil Teorisi)
Yanlışın esası ve büyüğü ise; doğal seyri içerisinde gelişmesi gereken işin, zorlama metotla yapılması ve köksüz-uyduruk kelimelere yer verilmesi idi.
Halbuki dili kullanan halktır; halk, kelimeyi beğenir ve benimserse onu kullanır. Kelime kullanıldıkça da yayılır ve kabul görür. Böylece yepyeni kelimeler dilde yer bulup yeşerirken, bir kısım kelimeler de kullanılmaya kullanılmaya eskir, büsbütün unutulur ve yok olup giderler.
Bunların onlarca, yüzlerce örneği vardır.
Son zamanlarda dilimize arız olan baskın kültürlerin, her türlü vasıta ile bize dayattığı ve bizim de bilinçsizce konuşup yazdığımız ve tabelalarla sokaklarımızı bezediğimiz onca yabancı kelimelerin tehdidi altındayız!
Televizyonlardaki reklamlara bakın; özellikle inşaat firmalarının yaptığı yerleşim yerlerine verdikleri isimlere dikkat edin; burası Türkiye değildir dersiniz! Aynı şekilde sokaklardaki dükkan tabelaları da, bu yerin Türkiye olmadığını haykırıyor!
Merhum Oktay Sinanoğlu Hocamız yabancı dille eğitimin ne denli yanlış olduğunu çok söyledi ama sesini kimselere duyuramadı. Hemen herkes FETÖ’nün Türkiye’deki ve Türkiye dışındaki okullarında İngilizce eğitimini takdir ederken, o, yerden yere vuruyor ve bu adam (F. Gülen) casus diye yırtınıyordu! (Yabancı ülkelerdeki Türkçe eğitim ise, tamamen yalan ve göz boyamaktan ibaretti)
Üç-beş zenci veya yabancı çocuğa Türkçe marşlar, şarkılar söyleterek bizi aldatıyordu. Çoğumuz bu hali görerek, o melunun tüm dünya ülkelerinde Türkçe tedrisat yaptırdığını sanmıştık. Kazın ayağının öyle olmadığı görülünce, iş, işten çoktan geçmişti!
Türkçe, hepimizin dili ve problemidir; hep birlikte dilimize sahip çıkmalıyız.
Cumhurbaşkanı, İkinci 100 Günlük Eylem Planını açıklarken bu konuya da değindi ve: ‘Türkçemizin doğru kullanımı için kampanya başlatılacağını, şehirlerimizin estetiğine zarar veren tabela kirliliğine karşı da etkin mücadele edileceğini’ ifade etti.
Doğrusu çok sevindik. Cumhurbaşkanı yalnız bırakılmamalı; başta Milli Eğitim ve Kültür bakanlıkları ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere, topyekun milletçe seferberlik başlatmalıyız.
Unutmayalım; dilimiz yoksa, biz de yokuz!