Geçen haftaki asgari ücretle ilgi yazıya olumlu ve olumsuz pek çok tepki geldi.
Asgari ücretin büyükşehirlerde normalin iki, hatta üç katı olmasını eleştirdiler ve böyle olduğu takdirde büyükşehirlere göç akını olacağını ve oraların yaşanamaz hale geleceğini ileri sürdüler.
Belli ki yazıdaki püf noktası anlaşılmamış veya bizim tarafımızdan iyi anlatılamamış.
İstanbul’u ele alalım; şu anda bile hayatı zehir eden bir metropol. Göç aynı hızla devam ediyor; önlem alınmadığı sürece, yarın bu şehirde adım atılamayacak ve nefes alınamayacak.
Bizim teklifimizde Anadolu şehirleri özendirilecek ve göç, tersine olarak büyükşehirlerden kırsala yönelecek. Nasıl mı?
İstanbul’da asgari ücret 6.000 TL, Anadolu’da ise, 2000 TL olunca, ucuz işgücü (!) var diye tüm fabrikalar (atölyeler, iş yerleri vb.) İstanbul’dan (büyükşehirlerden) sökülüp kırsala taşınacak.
Kırsalda hem iş gücü ucuz, hem hayat ucuz ve daha kolay. İş sahaları kırsala yayılınca, bölgeler arasındaki kalkınmışlık farkı ortadan kalkacaktır. Yeter ki kırsalın altyapısını yapalım; o takdirde anılan yerler işveren ve işçiler için birer cazibe merkezi haline gelecektir.
Nasıl gelmesin ki? Aş var iş var ve hem de ucuz ve daha rahat ortamlarda.
Nitekim Çin’de ucuz iş gücü var diye, pahalı işgücünün olduğu ülkelerdeki fabrikalar sökülüp Çin’e taşınmadı mı?
İstanbul’u finans, turizm merkezi haline getirmek lafla olmaz, icraatla olur. Bu günkü keşmekeş içinde hiç olmaz.
Batı’nın turizm merkezli marka şehirlerine bakıyoruz; hayat, her bakımdan çok pahalı. İşgücü de pahalı ama bunun yanında ürünler de pahalı. Bir haftalığına gittiğimiz bu tip yerlerde birkaç bin doları harcayıp geliyoruz.
Ama İstanbul’umuza gelen bir yabancı turist, birkaç bin dolarla ay boyu rahat bir seyahat çıkarabilir. Zira İstanbul’da 50 liraya yenebilecek bir yemek, Londra’da ya da Paris’te ancak 250 liraya yenebilir.
Pahalı yemeğin olduğu yerde, elbette pahalı işgücü de olacaktır.
Devlet, sanayiyi Anadolu’ya çekebilmek için teşvik veriyor. Çoğu kez, verilen bunca teşvik boşa gidiyor, heba ediliyor.
Çarpık şehirleşme ve çarpık sanayileşme kentlerimizi yaşanmaz kıldığı gibi, doğamızı da kirletiyor ve hayatımızı tehdit ediyor.
Devlet eliyle radikal kararlar alıp uygulamaya koymanın zamanı çoktan geldi ve hatta geçiyor bile.
Batı Batı deyip yırtınıyoruz ama lafta... Batı, sanayi şehirlerini nasıl kurmuş, turizmde marka şehirleri nasıl planlamış, trafiği nasıl çözmeye çalışmış? Bunlara bakılıp, örnek alıp burada uygulamaya koyan bir Batıcı gördünüz mü?
Batı’da, şehrin önce planı, altyapısı yapılıyor, sonra imarına müsaade ediliyor. Bizde ise, devasa alışveriş merkezlerini, plazaları, rezidansları kibrit kutusu gibi yolların kenarında dikiyor, daha sonra bunlara gidecek veya bunlardan çıkacak yollara yer arıyoruz!
Sonuçta; marka şehirler yerine ucube mega köyler ürettik ve alayını sele verdik!
Uslandık mı? Asla! Ne yıkım durdurabiliyor bizi, ne ölüm!
Büyükşehirlerin cenaze alayındayız hepimiz; bir farkla ki tabutta giden şehir değil, bizleriz!