ABD, dünyanın başlangı-cından beri kurulan hiçbir ülkeye benzemiyor. İstikbalin tarihçisi ABD’yi tarif ederken; milenyum çağının modern görünümlü mafya devleti demek zorunda kalacaktır.
Çünkü ona elini veren kolunu kurtaramıyor!
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya yeniden kurulurken; parselasyonda ülkeler, galip güçler tarafından paylaşılmış; ülkeler, sahip oldukları zenginliklere göre adeta kapanın elinde kalmışlardır.
Malum 1945’teki Yalta Konferansı ile dünya iki kutuplu olarak parsellenmişti. Türkiye, BM Teşkilatı’nın kurucu üyesi ve aynı zamanda Yalta Konferansı’nda sınırları belirlenen iki kutuplu dünyanın, ‘hür’ ‘kapitalist’ kısmında yer almanın karşılığında demokrasiye (çok partili hayata) geçileceği taahhüdünde bulun(durul)muştur. (25 Nisan 1945- San Francisco Konferansı)
Yani biz, öyle iddia edildiği gibi isteyerek ve üzerine atlayarak demokrasiye geçmiş falan değiliz. Bu hali, o günkü idarecilerimizin engin demokrasi tutkularına mal ederler ki, A’dan Z’ye yanlıştır.
BM’lere girmemiz bile, Almanya ve Japonya’ya savaş ilanı etmemiz şartına bağlanmıştır. Nitekim öyle de olmuştur; şart konulan tarihe bir hafta kala (23 Şubat) Türkiye savaş ilanı yapmış ve ancak o şekilde BM’nin kurucu üyesi olabilmiştir.
İnönü, işte bu cebri hürriyet telkini ( demokrasiye-çok partili hayata geçiş zorlamasını) ile 19 Mayıs 1945 törenlerinde şöyle demiştir: ‘ memleketin siyaset ve fikir hayatında demokrasi prensipleri daha geniş ölçüde hüküm sürecektir.
Nitekim İnönü’nün, çok partili hayata geçmedeki bu sözü ve Türkiye’nin bu yöndeki taahhüdü gereği 7 Haziran 1945 ‘de Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü CHP Grup Başkanlığına ‘ Dörtlü takrir’ diye anılan önergelerinde; bütün dünyanın demokrasi yolunda ilerlediği, Türkiye’nin de bu yöndeki adımlarını hızla atması gerektiği talep ediliyordu.
Daha demokrasinin nimetini görmeden, Kore Savaşı patlak verdi ve Türkiye, Kore’ye asker gönderme karşılığında NATO’ya alındı. O gün bugündür NATO’nun yalnızca külfetinde yer aldık.
Cici demokrasinin elma şekerini yalatma karşılığında ABD, ülkemizin tüm kurum ve kuruluşlarının en ücra köşelerine kadar nüfuz etti. Güdümüne aldığı askeri ve sivil bürokrasi ile on yılda bir ihtilal yaptırarak; demokrasimizle adeta tahterevalli oynadı.
Sovyetleri öcü gösterip yöneticilerimize de, sürekli; ‘bu kış komünizm gelecek!’ dedirttiler.
Her kış beklenen komünizm bir türlü gelmedi gelmesine de; o korkuyla ülkeyi ABD’ye (NATO) teslim ettik. O da bizimle kedinin fareyle oynaması gibi oynadı.
Hem silah yapmamıza müsaade etmedi ve hem de savaş halindeyken bize, NATO’nun tüfeklerini kullanamazsınız dedi. Bununla da yetinmeyip ardından silah ambargosunu dayadı.
Batı cephesinde yeni bir şey yok; ABD dün ne idiyse bugün de aynıdır.
Dün Irak’ta ne yapmak isteyip de gerçekleştirdi ise, bugün de Suriye’de aynı şeyleri yapmak istiyor.
O günkü bahanesi, nasıl ki Saddam’ın kimyasal silahları idiyse, bugünün DAEŞ bahanesi de aynıdır.
Türkiye dün ABD’nin yanındaydı ve kendisine oynanan oyunun farkında değildi. ABD’ye her türlü desteği sağlıyor ve bu yüzden başta komşuları olmak üzere tüm bölgenin tepkisini çekiyordu. (İsrail hariç)
Bugün ise; bizi güneyimizden kuşatıp bölmek isteyen ABD ile karşı karşıyadır.
Artık oyuna gelen bir Türkiye yok, oyun kuran bir Türkiye var!
ABD hala üç maymunu oynamamızı istiyor.
Bilmiyor ki, artık maymun gözünü açtı!