Zafer için tehlikenin gözünün içine bakmak şart olduğu halde, kurtuluşu “görmedim, duymadım, bilmiyorum!”da arayan ve bulduğunu zanneden bir toplum olduk.
Halbuki biz, “Herkes kendi kapısının önünü temizlese, sokak tümüyle temiz olur” anlayışına sahip bir kültürden geliyoruz. Bu da öz kültürümüze ne denli ters düştüğümüzün açık işaretidir.
Neredeyse hayatımızın anlamı, daha doğrusu anlamsızlığı, nemelazım(cılık), boş vermişlik, bana ne(cilik), vurdumduymazlık ve bana dokunmayan (!) yılan bin yaşasın tavrına endeksli.
Bu hal, demokrasimize de yansımış ve onu sandıktan ibaret bellemişiz. Oy verdik ya; işimiz bitti deyip, bir dahaki oy verme dönemini bekliyoruz. Bu arada yapılması gereken bütün işleri, seçtiklerimizden bekliyoruz.
Niçin yapmıyorsun veya neden böyle yapıyorsunuz diye eleştirilerimiz olmasına rağmen, işlerin sürekli uzağında durup seyretmekle yetiniyoruz.
Yani Batı’daki gibi katılımcı bir demokrasi bizde hak getire!
En hayati sorunlarımızda bile hiç kimse en ufak bir sorumluluk almak istemiyor ve elini taşın altına koymuyor.
Yahu! Bu ülke içeride ve dışarıda kıyasıya bir savaşın içinde. Allah saklasın, bu ülke batarsa, kenarda tespih böcekleri gibi içine kapanmış oturan, o nem
AK Parti kuruluşunun 16. yılını idrak etti. Kuruluşundan hemen sonra yapılan ilk genel seçimlerle tek başına iktidara geldi ve o gün bugündür tek başına iktidarını sürdürüyor.
Demokrasimiz açısından, henüz bir yaşındaki bir siyasi partinin tek başına iktidara gelmesi ve bunu kesintisiz olarak devam ettirmesi, bir rekor olduğu kadar, düşündürücüdür de...
Bu durum AK Parti ve mensupları için ne kadar sevinilecek bir durumsa, başta ana muhalefet partisi olmak üzere, diğer muhalefet partileri için de o kadar üzüntülü ve kaygı vericidir.
Siyasi partilerde birlik beraberliğin parçalanmadan sürdürülmesinde karizmatik lider büyük önem arz eder. Evet, AK Parti treninden atlayanlar oldu ama blok halinde parçalanma olmadı. Bu cesametteki bir kitle partisini dağılmadan bir arada tutmak her babayiğidin harcı olmasa gerektir.
Burada da Sayın Erdoğan’ın liderlik karizmasına herkesin şapka çıkarması gerekir!
Türkiye’mizdeki gerçek solun kavruk beyinlerinden olan İdris Küçükömer’in yerinde bir tespiti vardır; şöyle ki: “Türkiye’de sol sağdır; sağ soldur!” Yani Türkiye’de emekçilerin, ezilenlerin, varoşlardakilerin, emeklilerin, garip gurebanın, kimsesizlerin haklarını savunan sol partiler olması
Devletleri payidar kılan adalettir. ABD, NATO’nun kuruluşundan beri iyi niyetli değildi ama özellikle Sovyet Rusya’nın dağılıp tek süper güç
kaldıktan sonra; kötü niyeti ve
bu doğrultudaki icraatları zulümlerine tüy dikti.
Öncüsü ve kurucuları arasında olduğu uluslararası; sosyal, siyasal, ekonomik ve askeri kurum ve kuruluşlarla dünyanın jandarmalığına soyunup, önüne gelenden haraç istemesi, vermeyenlerden zorla alması ve bu uğurda yapmadığı kepazelik bırakmaması; sahip olduğu zulüm halatını kalınlaştırdıkça kalınlaştırdı!
Zulmün dışındaki her şey en ince yerinden kopar, o ise, en kalın yerinden ve çatırdayarak (gümbürtü ile) kopar! Rus zulmünün, SSCB imparatorluğunu nasıl paramparça ettiğini görmelerine karşın ibret almadılar ve tek başına kalmanın özgüveniyle Amerikan hayalinin
süreceğini zannettiler.
ABD’nin tavrı kabaca ve hoyratça olup; dünyanın gözünün içine baka baka yalanını söyler ve zulmünü o yalana fütursuzca bina eder. ABD yalanlarının, kendinden daha ateşli savunucuları her daim vardır ve bunların
Millet olmak milliliği gerektirir; zira millet, milli değerlerin bileşkesidir. İnsan kitleleri, kendi değerleriyle yoğrula yoğrula, zamanla bir potada erir ki onun adı şu veya bu millettir.
Milletlerin sevinçleri ve tasaları ortaktır. Bu ortaklıkta yer almayan fert ya da zümrelerin o millete herhangi bir aidiyeti yoktur ve olamaz. Millet kan ağlarken gülmek olur mu, olabilir mi?
Bunun için biçilmiş kaftan, bizim Anadolu’muzdaki şu deyiştir: ‘Köy yanar, kahpe taranır!’
Dünyada emsali olmayan, bir benzeri görülmeyen ve belki de bir daha benzeri görülemeyecek olan bir savaş vermekteyiz. Bunun adı, ölüm kalım savaşıdır.
Bundan dolayıdır ki ya biz millet olarak bu hainleri temizleyeceğiz ya da onlar bu aziz milleti bitirip tarih sahnesinden silecekler. Sakın yanlış anlaşılmasın; büyük laf etmiyoruz; üç yüz sene önce uygulamaya konulan Türklüğü imha planının serencamını yaşamaktayız.
Bundan dolayı da ya devlet başa, ya kuzgun leşe!
Biz Türk’üz ve milletler arenasında bizim özelliğimiz, ordu-millet oluşumuzdur. Yani çoluğuyla çocuğuyla, erkeğiyle kadınıyla, genciyle ve yaşlısıyla topyekûn milletçe bir orduyuz. Nitekim bunu 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece, hep birlikte
Köklü reformlarla Türkiye’yi ve Türk insanını değiştiren ve dönüştüren belli başlı dört liderden (diğer üçü: Atatürk, Menderes, Özal) biri Sayın Erdoğan’dır.
Gelip geçen diğer liderlerin hepsi ya lider olamamış ve parti genel başkanı olarak kalmış ya da idare-i maslahatçı olarak günü kurtarmanın derdinde olan şahsiyetlerdir. Bunlardan en cambazı da Süleyman Demirel’di; 40 sene müddetle sağ gösterip sol vurdu ve bütün bir milleti uyuttu!
Kendi müsteşarı Özal’a tahammül edemeyişi ve cephe alması bile ‘Sülü’nün ne idüğünü millete gösterememiş, en son üstlendiği Cumhurbaşkanlığı makamında ise, tüm foyası ortaya çıkmıştı! Zira o makamdayken vesayet odaklarının kuklası olup, başbakanlığı Meclis’te çoğunluğu bulunan liderlerden birine vermeyip, kendisinden başka tek bir oyu bile olmayan Yalım Erez’e vererek demokrasi tarihine geçmişti!
Gazetecilik hayatımızda Menderes’ten sonraki tüm liderleri tanımak şansımız oldu. Bunların içinde yolu yordamı, rengi, çizgisi ve hedefi belli olmayan (flu kalabilen, renksiz) tek lider Süleyman Demirel’di. Müthiş bir zekâya ve ikna kabiliyetine sahipti; öyle ki bugün ak dediğine yarın kara der ve onu kırk dereden su getirerek ispat ederdi. Arkası kesilmeyen
Liderlik zor zanaattir; hele bizim gibi müesseseleri tam oturmamış toplumlarda lider, hemen her şeyin sorumluluğunu yüklenmek zorundadır. Lider, olması gereken şekliyle orkestra şefidir ama orkestranın yerinde yeller esiyorsa; yönetmenin yanında kuruculuk görevini de ifa etmesi gerekir. Yüz yılda bir, lidere sahip ülkeler şanslı sayılırlar; zira bütün toplumların yenilenmeye ve değişime ihtiyaçları vardır; bunu da ancak liderler eliyle gerçekleştirirler. Çünkü lider hem yaşadığı toplumu ve hem de yaşadığı tarihi değiştiren kişidir.
Liderler gözü karadırlar; risk almaktan asla çekinmezler. Hatta buna mecburdurlar. Kaderin cilvesine bakın ki, liderler yalnız kişilerdir. Hele de kaht-ı ricalin (adam gibi adamların olmadığı) bir cemiyette yapayalnızdırlar; milyonlar arasında tek başınadırlar. Liderin en önemli özelliği, muhatabını ikna etme kabiliyeti ve yapmak istediklerindeki kararlılığıdır. Liderler, lafı eğip bükmeden söylerler; bundan dolayı da liderlerin çok sevenleri olduğu gibi çok nefret edenleri de vardır. Onların ekstrem halleri, kendisini değerlendirenlere de aynıyla yansır. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan; siyasette, inciyi bağrında saklayan istiridye misali, sabırla ve
Bu baş belası örgüt, dünyanın hiçbir terör örgütüne benzemiyor dedik; Türkiye’deki hali, okyanus üzerindeki aysberg gibidir. Başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler, bu örgütün hem kurucuları ve hem bütün dünya ülkelerindeki yönlendiricileridir.
Şu halde, bu mücadelenin kodları, tüm savaş stratejilerini kapsayacak şekilde ve mahut ülkelere karşı olmalıdır. Mücadelenin asıl zorluğu da buradadır.
Evvela herkesin aklını başına devşirip, bu mücadelenin, Türkiye’nin varlık-yokluk mücadelesi olduğunu bilmesi gerekir.
Emniyet Genel Müdürlüğü, FETÖ’nün yurt dışındaki para kaynaklarıyla ilgili çalışma başlatınca, Batılı ülkelerce korunup kollanan bu örgütün vasilerinde at kaçtı torba düştü! Oysa ki Türk İnterpol’ü yalnızca bilgi istemişti. Bundan bile rahatsız oldular ve Almanya işi iki ülke arasında krize kadar çıkardı! Bu giderilince, yeni bir kriz üretmenin derdindeler!
Batı medyası ağız birliği ederek, Sayın Erdoğan’ı “diktatör” ilan etmenin gayretiyle yırtınıyor.
Yani demememiz o ki FETÖ ile mücadelede Sayın Erdoğan yurt içinde nasıl yalnızsa, yurt dışında da Türkiye aynı şekilde yalnızdır ve hedeftedir!
FETÖ yandaşı dış ülkelerin medyalarının Türkiye’ye ve özellikle Sayın Erdoğan’a karşı
Bir kere, ülke olarak, dostumuzu düşmanımızı iyi bilmemiz ve onlara gerektiği gibi davranmamız lazım. Maşallah bizim dostlarımız düşmanlarımızı aratmadıkları gibi, düşmanlıkta onlardan fersah fersah ilerideler.
Seneler senesi Batı Batı deyip yırtınıp durduk; bir kez olsun Batı’nın bize hangi gözle baktığına dikkat etmedik. Tek kutuplu kalan dünyanın hedefinde Müslümanlar, İslamiyet ve İslam ülkeleri olduğunu açıkça deklare ettiler.
Başta Türkiye olmak üzere, bütün İslam âlemi Batı’nın hedefindedir ve onların bu hedefe bakışları; onlar efendi, bizler köleyiz! Onlar emredecek, bizler baş üstüne deyip huzurlarında el pençe divan durup emirlerine amade bekleyeceğiz!
Biz üretemeyiz, onlar üretecek ve yine onların bize verdikleri borç paralarla onlardan mal ve hizmet satın alacağız. Ne kadar diye sormayın; onlar ne kadar isterlerse o kadar! Yani daha açık ifadesiyle, taşıma suyla değirmen ne kadar dönerse o kadar!
Sovyet Rusya’yı bize öcü gösterip; külfet-nimet denge havucunu göstererek NATO’ya aldılar ve yalnızca külfeti yüklediler. Senin silah üretmene gerek yok, NATO ne güne duruyor dediler. Zor günümüzde NATO’nun silahlarını kullanamazsınız deyip Türkiye’ye ambargo uyguladılar!
Kendileri,