Şahıs ve cemiyet planında telafisi mümkün olmayan kaybımız ahlak ve maneviyattır.
Bunu, ister aileye, ister okula, ister sokağa ve isterseniz zamana veya bunların karışımına bağlayın; toplumsal değerlerimizdeki erozyon tek kelime ile travmatik bir hal arzetmektedir.
Vaktiyle duayen gazeteci ağabeylerimizden birinin çok enteresan bir tespiti vardı: “CHP, Bu ülkede Allah korkusunu, DP de kanun ve devlet korkusunu kaldırdığından; meydan yeri ahlaksızlara, kanunsuzlara ve namussuzlara kalmıştır!”
Bundan dolayadır ki, bu ülkede; “Namusluların da en az namussuzlar kadar cesur olmalarına!” vurgu yapılmıştır.
İnsanı insan yapan değerlerin başında utanma duygusu gelir. Utanma duygusunu yitiren hayvan bile değildir; ondan daha aşağı süfli bir yaratıktır.
Bundan dolayıdır ki, bizim kültürümüzün temelini oluşturan cümlelerden bir tanesi de: “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” şeklindedir.
Erkeğin egemen olduğu bir toplumda yaşıyoruz; kadınları kız kardeşimiz, annemiz, eşimiz, halamız, teyzemiz vb. bilmemize rağmen onlara, utanmadan şiddet uyguluyoruz.
Demokrasi-lerin totaliter sistemlerden en bariz farkı, muhalefetin olmasıdır. Diğer bir tabirle muhalefet, demokrasinin olmazsa olmazıdır.
Ağır aksak da olsa, 80 yıla yaklaşan bir süredir işleyen bir demokrasimiz var. Ağır aksak dememizin sebebi; demokrasinin işletilemediği darbeler dönemleri ve onların güdümünde yapılan vesayet anayasalarıdır.
Yapılan onca askeri darbelerin her ne kadar, demokrasiyi rayına oturtmak için yapıldığı söylense de; bunun tam tersi olarak demokrasimizi daha da güdük haline getirdikleri tarihi vakıadır. Zira her darbe, vesayeti biraz daha ağırlaştırarak; seçilmişleri (demokrasiyi) oyunun dışına itmiştir.
Darbelerin hepsi, iktidarı sorunlu görerek onları alaşağı etmiş ve çoğunda muhalefetle birlikte hareket ederek, girişimlerinde sözde meşruiyet aramıştır.
Demokrasinin olmazsa olmazı muhalefet; böylesine antidemokratik ve faşizan durumlarda iktidarın yanında yer alacağına darbecilerle birlikte olmuş ve hatta onları, bir kısım medya ile beraber desteklemiş ve kışkırtmıştır.
Bizdeki muhalefetin ve bir kısım medyanın, maalesef bu denli kirli bir mazisi vardır.
28 Şubat döneminde devrin Başbakanı N. Erbakan, asker ve sivil bürokratlar tarafından
Adalet, devletin temelidir; temel olmayınca veya çürük olunca devletten ve düzenden bahsedebilmenin imkan ve ihtimali yoktur.
Bir gülmece dergisinde yer aldığı şekliyle; Türk nedir ve kimdir?: ‘ Türk vatandaşı İsviçre Medeni Hukukuna göre evlenen, İtalyan Ceza Hukukuna göre cezalandırılan, Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Hukukuna göre muhakeme edilen, Fransız İdare hukukuna göre idare edilen ve İslam Hukukuna göre defnedilen kişidir!’
Yukarıdaki tanımlamayla, (A) noktasından alınan bir toplumu (Z) noktasına taşıyan hercümercin tahlilini şimdilik sosyologlara bırakıp; 70 yıla yaklaşan demokrasi tarihimizdeki adalet arayışımıza kuş bakışı bir nazar edelim: 1946’da demokrasi diyerek yola çıktık; ‘açık oy, gizli tasnif’le; daha işin başında hinliğimizi tüm
cihana ilan ettik!
Eğri oturup doğru konuşalım; demokrasiye hiçbir zaman doğru anlamını yüklemedik; bozuk niyetle yola çıktık; yol boyunca da, kötü niyetimize kılıf arayıp durduk!
1960 yılında halkın iktidarını alaşağı ederek; 1924 tarihli Atatürk anayasasını rafa kaldırdık ve yerine; adaleti mumla aratacak 1961 tarihli vesayet anayasasını getirdik. Getirenlerin ‘Yüksek Adalet Divanı’nın adalet (!) anlayışı; ‘ sizi içeriye
Vaktiyle Orta-Doğu’da İngiliz’in gizli yaptığını, bugün, ABD alenen sergiliyor.
Bunun da yegâne sebebi; dünya kümesinde var olan beş horozun en güçlüsü kendisini görmesidir. Bundan dolayı da fincancı katırlarını ürkütmekte bir beis görmüyor.
Ne dost tanıyor, ne müttefik…
BM’nin de, NATO’nun da kahyası olarak kendini görüyor; içinde yer aldığı tüm uluslar arası örgütleri, kendi tasarrufunda biliyor ve fütursuzca kullanmaya çalışıyor.
ABD, NATO’da güya Türkiye’nin müttefiki; her hangi birisine bir saldırı durumunda; ortak düşmana karşı omuz omuza dövüşmeleri gerekir değil mi?
Birlik olup, omuz omuza çarpışmak şöyle dursun; NATO ile içimize girip, Türkiye’yi içeriden çökertmenin hesapları içinde ABD!..
Dün bürokratik vesayet, bugün FETÖ şeklinde; kılcallarımıza girip kardeşi kardeşe düşman edip; acımasız şekilde bizi, birbirimize düşürüp kırdırdılar.
Sevgili Milliyet okurları merhaba!
Bizim kültürümüzde bilinmeyen beş şeyden biri de; kişinin yarın, ne olacağı keyfiyetidir.
Hele de; yokuşu dik ve zik-zaklı olan Bab-ı alide iseniz, bilinmezliğiniz, meçhule yelken açmış demektir.
Hazret-i Mevlana’nın yanarken ve pişerken yaptığı tespitler, her insan hayatının özetidir: ‘Dün zekiydim, dünyayı değiştirmek isterdim. Ama artık akıllandım, bugün kendimi değiştiriyorum!’
Yine bizim kültürümüzde mekan ve mekin tabirleri vardır ‘şeref-ül mekan bil mekin’; denir. Yani makamların onuru, oraya oturanladır. Ziya Paşa ne güzel söylemiş: ‘ Bed-asla necabet mi verir hiç üniforma; Zer-düz palan vursan eşek yine eşektir.’
Köksüz, kötü asıllıya üniforma soyluluk mu verir; eşeğe altın işlemeli semer vursan da yine eşektir.
Özellikle; işleri dünyaya nizamat vermek olan siyasiler; adaleti gözetmiyor ve yönettikleri toplumlarda huzuru sağlayamıyorlarsa; oturdukları koltuklarda fuzuli şagil konumundadırlar. Bu denli koltuk işgalcilerinin halka verebilecekleri bir şey olmadığı gibi, halktan götürecekleri çok şey vardır!
Hiç bir şey götürmez gözükseler de, hizmet koltuklarını işgal edip, onları avara kasnak misali işlevsiz kılmaları; koltuğa şeref katmak değil k