Pandemiyle hatırladığımız toplumsal bir değerimiz var… Bu toprakların, Anadolu insanımızın birleşince güzelleştiği o binlerce asırlık değeri: Yardımlaşmak… Hastalıkta, yoklukta, faturalarda ülkemiz Sosyal Dayanışma 5.0’ı yaşadı ve yaşatıyor diyorum kendi tabirimle. Son zamanlarda birden fazla çeşidi, söylemi ve uygulaması var: Sosyal sorumluluk, sosyal fayda, sosyal girişim, yardımlaşma, dayanışma… vb. Benim en sevdiğim kelimeyse “Farkındalık”...
Biraz geçmişine gidelim istedim aslında bugün. Mesela Göktürk İmparatorluğu döneminde toplumsal yardımlaşmaya verilen önem Orhun Yazıtlarında vurgulanır. Yine Kutadgu Bilig’e göre halkın yoksulluktan kurtarılması, aç ve çıplak bırakılmaması dönemin Türk Hakanlarının görevlerindendir. Özellikle karşılaştırmalı tarih bilimiyle bu konunun kültürler arası işlenmesini çok önemsiyorum.
Selçuklulardan günümüze gelen Kervansaraylar… Yolcular burada her türlü ihtiyaçlarını temin ederler, hayvanlarıyla 3 gün ücretsiz kalır ve vakfiyelerindeki tarifeye göre de yemek hakkı alırlardı. Mesela aynı dönemin diğer medeniyet ve ülkelerinde binlerce yıl süren efendi ve köle sınıfları varken… Bu toprakların kervansaraylarında konaklayan her kim olursa; Müslüman, Hristiyan, zengin, fakir, sahip ve köle tüm konuklara aynı yemeklerin sunulup, eşit davranılması vakıf kuralları arasında olduğu söylenir. Osmanlı’daysa yardımlaşma kültürü oldukça gelişir ve günümüz vakıf çalışmalarının temelleri o günlerden atılır…
Gelelim günümüze… Çocuklarımızın kalbini umutla pır pır attıran İç Mimar Ayşe Senem Goral bu hafta konuğum… Bu yardımlaşmaların en güzellerinden birinde TRT Belgesel’de yer alan “Büyük Düşler, Büyük İşler” projesiyle çocuklara ve de onların hayallerine dokunarak hepimizin gönlünde taht kuruyor bir süredir. Capcanlı, akıllı, pratik ve anne sevecenliğiyle Anadolu’muzun dört bir köşesindeki okul ve öğrencilere ulaşıp, onların hayallerini tek tek inşa ediyor…
Ayşe Senem Goral’ı senden dinliyorum…
Ben 1981 yılında memur bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’ da doğdum ve büyüdüm. İlkokuldan beri resme olan merakım beni güzel sanatlarda iç mimarlık okumaya kadar götürdü. Ve 1999 yılında Marmara üniversitesi iç mimarlık bölümüne girdim.
Çocukluğunda seni kendi büyük işler ve düşlerine hazırlayanlar nelerdi sence?
Küçüklüğümde çok resim yapardım. Ansiklopedilerde okuduklarım dışında orada resmedilen görseller hayatıma çok şey kattı. Bir taraftan ansiklopedilerdeki resimleri gördükçe aynılarını yapmaya çalışırdım. Bir de ki bence bir çocuk için çok önemli doğanın içinde büyüdüğüm için okuduklarımla gördüklerimi küçük hayatıma keşiflerimle sığdırmaya çabalardım. Ormana gidip dersleri orada yapardık bazı zamanlar. Babam evimize 500m olan bir devlet hastanesinde çalışırdı, oranın da aşağı kısmı ormanlıktı. Okuldan sonraları hep oraya kaçardım. Kuşlar, kediler köpekler, kaplumbağalar, yeşilin her tonu ağaçlar, leylaklar… Benim için o zaman bile çok etkileyiciydi. Orada topladığım çiçekler, atık malzemelerle heykeller, takılar yapardım ya da topladıklarım ve gördüklerim yaptığım resimlerin bir parçası olurdu. Sonra onları komşulara hediye ederdim.
Binlerce çocuk ve hayalleri… Büyük Düşler ve Büyük İşler ile bunları gerçek yapansın sen…
Ne mutlu bana, evet… Çocukluk hayallerinin aslında hiç kimse için sınır tanımadığını çok iyi biliyorum. Ve benim için de geçerli aynı şey. Hatta hala bazen hayalin, bazen hayali gerçekleştirecek yolun başında olabiliyorum. Hayallerin bir bitiş noktası olduğunu düşünmüyorum. Hayal gerçekleştikçe, hayal doğuruyor. Ama hayal edipte, o hayali gerçekleştirmenin yolunun çok çalışmaktan ve çok okumaktan geçtiğini biliyorum.
Ya senin hayallerin bu anlamda, neler yapardın o yaşlardayken?
Çocukken gece annemin “Uyumadın mı sen hala?” seslenmelerine uyumuş numarası yapıp, yorgan altında gizli gizli hayallerimi yazıp, sonra o kâğıdı çiçekler ve doğadaki hayvanların resimleriyle süsleyip ormanda toprağa gömerdim. Üzerine de taşlardan bir ev yapardım. İşte orası benim hayallerimi gerçekleştireceğim dünyam olacaktı. Öyle oldu mu dersen, her yer dünyama dahil oldu derim.
“Büyük Düşler, Büyük İşler”… Tatlı tatlı başlamışken konumuza da gelelim. Mimarlıktan belgesel yayıncılığına… Nasıl oldu?
Aslında zamanında kamera arkası çok çalıştım. Dekorlar yaptım. TV sektörüne her zaman çok yakındım. 20’li yaşlarımda inşaat içerikli TV programı teklifleri gelse de ya içeriği bana uygun olmadığından ya da oyunculuk gerektirdiğinden hiç yanaşmadım. Fakat Büyük Düşler Büyük İşler’ in gelişi, değerli yönetmen arkadaşım Çetin Yılmaz’ın beni arayıp “Bak Senem, tam senlik bir proje, lütfen görüşmeye gel!” diye araması ve telefonda projeden biraz bahsetmesiyle başladı. Konuyu duyunca tereddütsüz görüşmeye gittim. İçime işledi anlattıkları. Çünkü bazen kendimi ve çocukluğumu da buldum oralarda. Çok inandım projeye. Ve oradan çıktığımda kararımı vermiştim. Çünkü işin özünde umut ve mutluluk dağıtmak vardı. Hem de mesleğimle…
Mükemmel… Peki çekimler süreci nasıl? Zorluyor mu?
Programın çekimlerine başladığımızda çok zorluklarla karşılaştık tabi ki. Lokasyonlar, tedarik zinciri, usta ekibi, o bölgelere ulaşım, nakliye, konaklama, malzeme takibi ve tabi ki zaman yönetimi… Uykusuz günler, geceler ve oğluma duyduğum özlem… Başlarda bu kadar zorlanacağımı düşünmüyordum. Ve sevgili yapımcım Bülent Turgut ile kafa kafaya verip bir yol haritası çıkardık. Her sorunu çözen yapım ekibi o haritayı kusursuzca gerçekleştirmek için olağanüstü çaba sarf etti. Ve 7-8 bölüm sonra her şey yerine oturmuştu.
Anlıyorum. Derken içerikler başladı…
Evet. Bu süreçte başladığımız bir sınıf içi dönüşüm hikayesi, çocukların hayalleriyle birlikte okulun cephesine, bahçesine kadar uzandı. Ve bununla birlikte insan öyküleri çıkmaya başladı. İçerik kendi kendini inşa ediyordu. Ve o perde ilk indiğinde ben ve ekip arkadaşlarım dünyanın en mutlu insanları olmuştuk. O an’a kadar yaşadığımız bütün zorluklar anlamını yitirmişti. Biz de daha fazla ne yapabilirizlerle devam ettik.
Onca emeğinizin karşılığını almaya başladınız diyelim mi?
Bence bu alandaki başarı bize ait değil. Önce çocuklara, sonra onları yetiştiren idealist eğitimcilere ve ailelerine ait. Biz onların hayallerini alıp, inceleyip o hayallerin gerçekleşmesi için basamaklar koymaya çalışıyoruz. Hedefimiz çocuklar için tasarladığımız ve gerçekleştirdiğimiz mekanların sürdürülebilir olması. 10 sene sonra da o sınıfların başka çocuklara da hizmet etmesi öncelikli hedefimiz. Ve tabi ki ulaşabildiğimiz kadar çok okula ulaşmak istiyoruz. Yapımcımla bir konu da sözleştik, bir süre sonra TV programı olarak devam etmese bile biz kendi imkanlarımızla yılda belli bir sayı da okulun bir sınıfını ihtiyaca göre bu şekilde yenileme kararı aldık.
İşin mutfağında, setler ve mimari aşama ne kadar zaman sürüyor? Süreci anlatır mısın?
Sahada yani sette 37 kişiyiz ama proje genelinde 60 kişi… Okulları belirlemekle başlıyoruz işe. Onun için de bize gelen başvuruları değerlendiriyoruz. Tabi ki o süreç biraz uzun oluyor. Saha editörlerimiz Türkiye’nin neresinde olursa olsun başvuru yapan okullara gidiyor. Öğretmenler ve çocuklarla görüşüyor. Araçların ulaşımı, konaklama bilgisi gibi önemli noktaları es geçmeden alıp İstanbul’a geri dönüyor. Hep birlikte İstanbul ofisimizde toplantı yapıyoruz ve okullara karar veriyoruz. Sonra zaman ve tedarik planlaması yaparak, bazen 2 okul bazen 3 okul için yola çıkıyoruz.
Peki, bir okulun hayalinin inşa edilmesi ne kadar gün sürüyor?
Tasarım, uygulama, insan hikayeleri ve bütün bunların çekilmesi sadece 4 gün. Evet inanılmaz biliyorum. İçerik gereği programımızı bir okul için 4 günle sınırlandırınca setin ilk gününden son gününe kadar gerçek anlamda bir koşturmaca başlıyor. Bazen ben bile şaşırıyorum bu hızımıza. Ve gerçekten aslında çok çok zor bir iş yapıyoruz. Ama bunun gerçekleşmesinde bütün ekip arkadaşlarımın olağanüstü çabası var.
Gerçekten inanması zor… 4 günün kıymeti bu aslında ve hepimize ders…Peki bu düşlerin gerçekleşeceği okulları nasıl neye göre seçiyorsunuz?
Hayalleri olan öğrenciler ve hayalleri olan öğretmenler arıyoruz. Hayal etmenin bilgiden daha değerli olduğunu düşünüyorum. Hayal eden eğitimciler çocukları dantel gibi işlemiş, yollarını aydınlatmış oluyor. Sonra dönüştürebileceğimiz en az 50-60 m2 bir alan, öyle bir alan yoksa yeni bir yer inşa edebileceğimiz okulun bahçesinde müsait bir arazi bile olsa yaparız deyip yola çıkıyoruz.
Ya sizlere bölgeden kişi ve kurumların da desteği oluyor mu?
Bazı projelerde yerel yönetimlerden ihtiyaca göre destek alıyoruz. Zaten çocuklar için yapılan bir proje olduğunu duyan herkes yardım etmek için yanımıza geliyor. Şimdiye kadar 20’nin üstünde okul bitirdik. Ve bitirdiğimiz okullardaki eğitimciler şunu da yaptık, bunu da biz ekledik diye bize fotoğraflar ve videolar atıyorlar. Ve yerel yönetimler bizden sonra da aynı desteği vermeye devam ediyorlar. Yıllar sonra belki bu yaptığımız sınıflar bir arşiv çalışmasına dahil olacak. Sınıfların durumları, orada okuyan çocukların hangi mesleklere yöneldikleri, nerelere geldikleri gibi bir çalışma planlanıyor. O çocukların geleceklerine dokunup, iyi anlamda hayatlarında bir taş bile oynatabilecekse ne mutlu bize ve bu ülkeye…
Yoruculuğuna değdiğine eminim. Geri dönüşler nasıl?
Bizim yorgunluğumuz mu? O ne ki? O kırmızı perdeyi indirdikten sonra ya da çocukların gözleri sınıfta açıldıktan sonraki mutlulukları, o merakları bütün yorgunluğumuzu alıyor… Geri dönüşler çoğu zaman çok duygusal. Hayır dualarını alıyoruz her gittiğimiz şehirde çocuklardan ve ailelerinden. Ve projenin içinde karşılıksız olmak isteyen, biz ne yapabiliriz diye mesajlar atan insanlar var. İşte o mesajlar geldiğinde bile derin bir oh çekiyorum. Çünkü doğru ve herkesin kalbine dokunan bir iş yapıyoruz. Bu zorlu zamanlarda özellikle bence umut dolu bir projeyi ekrana taşımanın insanların zihinsel yorgunluklarına da iyi geldiğini düşünüyorum.
Duygusal anlar… Bir anını paylaşır mısın o güzelim çocuklarla olan?
Çekimleri bazen ağlamaktan kestiğim anlar bile oluyor... Her okul benim için ayrı bir duygu seline dönüşüyor ama özellikle bir yerde okulun bahçesinde teneffüse çıkan çocuklardan biri minicik kollarıyla gelip bana sarıldı. “Hocam, armut kadar güzelsiniz!” dedi. Bunu duyan nöbetçi öğretmeni, “Lütfen kusura bakmayın hayatında ilk defa geçen hafta armut yedi ve dünyada yediği en güzel şey olduğunu düşünüyor. O yüzden size böyle bir benzetme yaptı…” dedi. Tabi gözyaşlarıma engel olamıyorum.
Tasarım konusuna gelirsek… Seçtiğiniz okula neyi hangi tasarımı yapacağınızı neye göre belirliyorsunuz?
Aslında çocuklar hayal ediyor biz de tasarlıyoruz. Saha editörlerimiz okullara ilk gittiğinde biraz çocuklarla konuşarak bize aktarıyordu. Biz gittiğimizde de onlara soracağımız soruları, hayallerini biraz daha kurcalıyorduk. Şu an ekranlarda yayınlanan ilk sezon bölümlerinde bunu çocuklara resimler yaptırarak öğreniyorduk ama 2. sezonda daha çok çocuklarla farklı mekanlarda sohbetle oyunla gerçekleştiriyoruz.
Uzun soluklu bir program olması için sponsorluk ve destekler nasıl?
Özellikle 2. sezonda daha fazla sponsor olan firmalarımız var. Sponsorlarımız desteğini büyüttükçe biz de projelerimizi büyütüyoruz. Her zaman daha fazlasına ihtiyaç var tabi ki. Türkiye de binlerce okul, milyonlarca çocuk var. Hepsine yetişmek bizim için gerçekçi değil ama uzanabildiğimiz yere kadar gayretimiz var. Ve yardım etmek isteyen çok insan var. Bence iyi bir planlamayla ve desteklerle bu proje uzun yıllar devam eder.
Sosyal yardımlaşma ve farkındalık alanında bir program yapıyorsun. İyi ki yapıyorum demeni sağlayanlar dersem…
Bir kere hepimiz çocuk olduk, çocuk olmak saf sevgiyi taşıyor özünde. Ve zamanla bizler büyüdükçe kaygılardan, çevreden, imkansızlıklardan ve hayatta kalma gayesinden hepimiz o saf taraflarımızı içimize gömüp unuttuk. Ama bir çocuk büyüyüp mutlu bir yetişkine dönüşürse ve o mutluluğu korumanın yollarını bilirse, kendisini tanırsa işte o zaman bu dünya kurtulur. O yüzden çocukların hayal kurmasına izin vermeli, bunu konuşmalı ve o hayali itmeden çekmeden yanında yürümeliyiz yetişkinler olarak. Bir çocuğa hangi coğrafyada olursa olsun önce ebeveyni tarafından ben buradayım güvendesin demek kadar önemli bir söz ve davranış olamaz. Bunu bilen bir çocuk ne hayalinde sınır tanır ne de o hayale ulaşmak için yorulur. Bu yüzden biz yetişkinler kendi egolarımızı, büyüklüğümüzü bir kenara bırakıp çocukla çocuk olup onların duygularını onlara seslendirmeliyiz. Ve bu tam bir farkındalıktır bence. Ben gittiğim köylere çocukla sohbetimde mutlaka “Hayallerine ulaşabilmen için neler mümkün?” sorusunu soruyorum ve birlikte orayı detaylandırıyoruz.
Çok güzel, peki nasıl hayalleri var genelde?
Mesela… Bir okulda çocukların hepsi istisnasız uçmak istiyor. Ya pilot olmak istiyor ya kelebek kanatları olsun istiyor ya uzay aracı tasarlamak istiyor… Sonra anladık ki en yakın ev 2km okula. O minik adımlar yoruluyor okula yürürken. Ve uçmak istiyorlar. Biz de sınıfa uçuş temalı bir tasarım yaptık. Ve gerçekten benim bile çocuk olasım geldi tasarlarken. Çocuklar sınıfı gördükten sonra koşarak geleceğiz artık buraya dediler. Bense gerçekten çok şanslıyım, mesleğimi çocuklara hizmet etmek için kullanıyorum. Daha büyük bir hediye olamaz benim için.
Kadın, mimar ve de annesin… Ve kızlarımızın okuması, çocuklarımızın eşit fırsatlara sahip olması açısından emek veriyorsun… Biraz açar mısın?
Ben birçok zorluğu görerek, yaşayarak büyüdüm. Aslında mesleğimi de bu belirledi. Ama, anne olmak… Bu denklemlerin çok dışında. Kadın olmak başlı başına zor kabul ediyorum. Hem kadın hem mimar olmak mesleğimin başlarında, erkek egemen meslek grubunda var olmaya çalışmak bazen yıldırıcı olabiliyordu. Şimdi yönetmeyi biliyorum diyelim. Daha kreatif bir yerden bakabiliyorum bu soruna da. Bu da insan olmanın gerektirdiği yaşanmışlıkları da içine alan, düşünceleri, duyguları ve farklılıkları kabul etmekle başlıyor bence. Sakinlik burada asıl olan.
Ya anne olmak Senem? Bu konuda biraz daha derin gördüm seni…
Evet… Anne olmaya gelince, anne olan ya da kendini öyle hisseden herkesin farkında olmadan bir erdeme ulaşma yolunda olduğunu düşünüyorum. Ve iyi bir yer bence. Ben de çocuğumla kendimi tanıyorum, sınırlarımı görüyorum ve o gözümün önünde büyüyor. Sonra okullarda bir sürü an paylaştığım çocuklara bakıyorum. Gerçekten farkı yok bu duygunun. İstiyorum ki benim çocuğum da varsa onlarda da olsun, ya da onlar kendi oyuncaklarını yapıyorlarsa benim çocuğum da öğrensin. Daha 4 yasında olmasına rağmen birçok okulda benimleydi. Ben dönüştükçe o da dönüştü. Çocuklara her şeyi sunmak yerine, daha mutlu nasıl olunur sorusunun cevabını birlikte araştırmayı doğru bir yerden teklif edersek mutlaka cevaplar bir yere çıkıyor.
Biraz gelecekten de bahsedelim. Dijital ve teknolojik gelişmeler dersem…
El Cezeri’den günümüze doğru koca bir bakış attığımızda gelinen nokta benim yaşımda insanları bile bence şaşırtıyor. Ve biz de ebeveynlerimiz gibi bir şeyi tam yakaladık derken başka bir teknolojik gelişimle karşı karşıya gelip, eğer bilim insanı ya da mühendis değilseniz adapte olmak için gerçekten çaba sarf eder olduk. Bu alandaki insana, doğaya ve diğer canlılara gerçekten fayda sağlayan bütün gelişmeler beni heyecanlandırıyor. Yapay zeka, giyilebilir teknoloji, drone teknolojisi, 3d yazıcılar ve çip organlar gerçekten belki geleceğimizin ana taşları olacak.
Mimaride 3 boyutlu imarlaşma örneklerinin ilki Hollanda’da tamamlandı ve ilk kiracıları da yerleşti. Gelecekte mimari nasıl olacak sence?
Evet Hollanda’nın Eindhoven kentinde başlayan 3d yazıcılar ile yapılan köprü ve sonrasında evler ve planlanan bir kasaba. Aslında bu gelişme bence dünya çapında inşaat sektörü için dev bir adım. Gelecekte bunun örnekleri çokça göreceğiz bence. Kullanılan malzemenin sarfiyatının neredeyse sıfır olduğu bu teknolojik gelişim, inşaat suresinin normale göre 3 kat daha hızlı yapılmasını da sağlıyor.
Muazzam! Peki daha ne gibi gelişmeler var bizi bekleyen mimari teknolojilerde?
Mimarlık ve teknoloji arasındaki ilişkiye baktığımda, bilgisayara dayanan programlamalardan, nano teknoloji robotik kodlama, mikro elektronik çiplere kadar birçok alan da bizlere tasarımda özgürlük tanıyor. Gelecekte de yapının dokusunda kullanılan malzemelerin hafızası olduğuna daha çok şahit olacağız. Bilgisayarla malzemeye verilen komutlar sayesinde dış ortamın ışık ve hava koşullarına bağlı geçirgenlik, saydamlık, katılık gibi değişimlerin örneklerini şimdiden görüyoruz.
Ve bence bu gelişmeler sayesinde daha çok doğayla uyumlu, kendi enerji kaynaklarını üreten, kendi eko-sistemini oluşturan ekolojik ve form olarak organik yapılar, kasabalar göreceğimizi düşünüyorum. Sıra dışı mimarlığın yapılarını çok daha fazla göreceğiz. belki Land-Art’ların bile sayısı azımsanmayacak şekilde artacak.
Peki toplu konut yaşam yerine pandemi sonrası daha doğal yaşam aranır oldu. Dünya genelinde yaşam stillerinde değişim nasıl olacak? Doğal olana mı kayıyoruz?
Dünyada artan nüfusla birlikte dikey mimariye çok daha fazla önem verdik maalesef. Fakat kimse bir gün böyle bir dünya nüfusuyla salgın hastalığa yakalanacağımızı, bu binaların içinde özgürlüğümüzün kısıtlanacağını söylememişti. Bu çok ironik. Şimdi yapılan o bütün kalabalık nüfuslu siteler terk edilmeyle yüzleşmek üzere. Ve biz hala bence doğala kaymayı doğayı tüketmek olarak algılıyoruz maalesef. Bütün şehirlerde, o şehirler henüz köy ve kasabayken yaptığımız gibi… Fakat maalesef bu bir kısır döngü. Ve o kısır döngü kusursuz işlemeye devam eder. Burası bitti şimdi sırada neresi var arayışları mutlaka cevap bulur. Ama tabi ki bu sığ bakış açısı ancak bilinçlenmeyle, eğitimle ve standartların yükselmesiyle mümkün.
Peki bu kitlesel nüfusun doğaya kayması sorunlara sebep olur mu?
Planlı olursa, hayır… Doğaya kaymak, az önce bahsettiğim gibi doğa da geri dönüşümü olan malzemeler kullanarak enerjisini kendi üreten, atıklarını dönüştürebilen, belki yağmur suyunu arıtabilen sistemlerle, yapılarla başlıyor. Ekolojik mimari ya da diğer adıyla yeşil mimari kullanarak doğada yaşayabilsek, doğaya uyumlu yapılar yapabilirsek, bununla birlikte doğal tarım, hayvancılık yapma imkanlarımız varsa işte o zaman biz de o döngünün bir parçası olup, doğamıza hizmet etmiş oluruz. Sosyo-ekonomisi gelişmiş toplumlarda bunun çokça örnekleri var.
Mimari vs Gelecek… Bir genç nesil iç mimar gözünden gelecek nedir?
“İyi tasarım, dünyanın eksik olduğunun farkında olmadığı bir şey üretmek üzere teknoloji, bilimsel bilgi, insan gereksinimi ve güzelliği birleştiren Rönesans tavrıdır…” demiş Paolo Antonelli. Bu duruş sanatın yaşama dokunan her alanı için çok anlamlı bir cümle bence. Eğer bu bakış açısını benimseyebilirsek biz daha konforlu ve bizden sonrakiler için konforun yanında sürdürülebilir ve daha mutlu yaşanabilir bir dünya bırakmış oluruz.
Hayalindeki ütopik, bilim kurgusal, fantastik fikrini merak ediyorum…
Oğlumu uyutmadan bazen, önce hadi gel hayal kuralım diyorum ve birbirimize yeni pencereler açıyoruz o esnada. Gözlerimizi kapatıp bir dünya kuruyoruz. Bir çeşit meditasyon aslında. 4 yaşındaki saf bir ruh beni bu konuda ince ince eğitiyor. Sınır yok orada. Çok ütopik ve aynı zamanda oldukça fantastik hayaller. Nerede olursak olalım avucumuzdan bazen uçan bir araç, bazen uçmamıza yardımcı olacak sihirli kanatlar ya da sonsuzluğa giden, istediğimiz kadar uzatabildiğimiz bir merdiven. Bazen bir ev, bazen bir orman veya bir fil çıkartabiliyoruz. Bir fanusun içinde rüzgarı hissede hissede istediğimiz yere gidiyoruz ve işte ben orada bir masal anlatıcısına dönüşüyorum.
Twitter: FlzDag
Instagram: Benfilizdag