Dışarıda zarif bir sonbahar. Sıcağı ve soğuğu incelikle işlenmiş. Evden çıkmadan önce özenli bir şekilde hazırlanıyorum. Kendimce takıp takıştırıyorum. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nden aldığım Sabri Berkel desenli kolyem ve küpelerim. Minik çiçek taşlı yüzüğüm. Sergi gezmeye değil de bir buluşmaya gider gibiyim. E, haksız da sayılmam. Popüler kültürün hayatıma değmiş, kimi kişiliğimin oluşmasına katkı sunmuş, kimi sesiyle, kimi oyunculuğuyla, kitaplarıyla ömrümün bu demine ulaşan hoş sadalar bırakmış isimleriyle buluşacağım. Hem de M. K Perker’in çizdiği bir dünyada, portre sanatına hediye edilmiş siyah beyazlarla. Sıraselviler’deki Pilot Galeri’de.
Galerinin alt katına iner inmez Zeki Müren’le karşılaşıyorum. Paşa üç farklı dönemiyle arzı endam ediyor kırmızı duvarda. Nasıl güzel bir karşılama. Sabit mikrofonun önünde, takım elbiseler içinde gençlik zamanlarıyla, sahne ve gösteri kültürüne büyük katkılar yaptığı yılların pullu payetli, dolgu topuk çizmeli
Şehir hayatının kodlarıyla yaşayan biri için taşrada mecburi hizmet zordur. 23 yaşımda matematik öğretmeni olarak İstanbul’dan Diyarbakır’ın küçük bir kasabasına atandım. ‘90’lı yıllar olduğu için terör korkusu ilk sıradaydı. Onun dışında hiç bilmediğim bir coğrafyanın kültürüyle, insanlarıyla, doğasıyla kaynaşmak başlangıçta epey zorladı beni. Kış mevsiminin çok zorlu geçmesi, yağmurun günlerce aralıksız yağması, kalkmayan kar, kesif soğuk, ince yorganım, soba yakmayı bilmediğim için sürekli üşemem, bu yüzden hasta olmam. Sonra çektiğim yabancılık, tekinsiz sokaklarında dolaşırken yüzüme taktığım asık suratla başıma gelebilecek her türlü kötülükle arama mesafe koyma çabalarım. Bütün bunlara rağmen benim hikâyem mutlu sonla bitti. Evime at arabasıyla yün yorgan gönderdi komşum, esnaf her türlü kolaylığı sağladı, odama soba kurdu ev sahibim… Hayatımın en kıymetli bilgilerini o kasabada öğrendim.
Selcen Ergun’un geçen hafta vizyona
1937 doğumlu İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, uzun yıllar mekân sorunuyla boğuştu, türlü çeşit badire atlattı. Çatısı aktı, depodaki eserler zarar gördü, döşemeleri kırıldı kırılacak üzüntüleriyle geçen yılların ardından Tophane Antrepo 5’te Emre Arolat’ın projesiyle müzeye dönüştürülen Sedad Hakkı Eldem yapısı olan yeni binasında, 14 yıllık bir aradan sonra 2021’de yeniden açıldı. Türkiye’nin en önemli modern resim koleksiyonuna sahip olan bu benzersiz müze Cumhuriyet’in 100. Yılı anısına envanterine bağış yoluyla katılan 700 parçalık koleksiyonun heyecanını yaşıyor bugünlerde. Cumhuriyet’le yaşıt, Türk resminin en önemli sanatçılarından biri olan Naile Akıncı’nın oğlu avukat Cengiz Akıncı ve eşi Lale Akıncı’ya ait bu koleksiyonun 163 parçasıyla müzede açılan “Artı 700” sergisi ziyaretçi akınına uğruyor. Tarifsiz bir zenginlik, güzellik ve estetik hâkim sergiye. İçinde kimler yok ki… Halil Paşa’nın Paris’teki
Bir dijital kitap alışveriş sitesinin arama butonuna ‘mutluluk’ yazdığımda önüme 1023 adet kitap çıktı. “Mutluluk Çekicidir”, “İçten Gelen Mutluluk”, “Holistik Mutluluk”, “Mutluluk Endüstrisi”, “Mutluluk Kalbinizde”… O kadar çok işlenmiş bir konu ki. Çoğu kişisel gelişim kitabı. İnsanın mutluluk ihtiyacını karşılamaya yönelik. Hepimiz mutlu olmak istiyoruz. Bu nedenle ‘mutluluk’ da bir tüketim nesnesine dönüştü. Kitapların çokluğu bundan. ‘Mutluluk’ öğrenilebilir bir şey mi? Aslında evet. Peki bir kitap okuyup sonra mutlu mesut yaşamak mümkün mü? Buna bir çırpıda vereceğim bir evet yanıtım yok. Kitabına göre değişir. Yazarına göre. Yayınevine göre. Bir de okuruna göre.
Bu 1023 kitap arasında özel bulduğum, sonuna kadar arkasında duracağım birkaç kitaptan biri de Bertrand Russel’ın Say Yayınları’dan çıkan “Mutlu Olma Sanatı” kitabı. Russell yazdıysa fazla felsefi bir kitaptır diye düşünmeyin.
Baba, kız çocuğunun büyüme hikâyesinin ilk kahramanıdır. Hayatın çocuk yaşlardaki sertliğine kafa tutmasını sağlayan ilk güç sembolüdür. Elini ilk tuttuğu erkektir ve onun avucunda hissettiği güvenin yerini ne kadar istese de bir başka erkeğin elinde hissedemeyecektir. Tekrarı başka bir erkekte imkânsız bu çok özel ilişkinin içinde bütün güzelliğine rağmen çocuk aklıyla bile hissedilebilecek sorunlar olur bazen. Adı tam olarak yetişkinlikte koyulabilecek türden. Tıpkı 2022 yapımı, yönetmenliğini ve senaristliğini Charlotte Wells’in yaptığı, başrollerini Paul Mescal ve Frankie Corio’nun paylaştığı “Aftersun”da izlediğimiz 11 yaşındaki Sophie’nin fark ettiği gibi.
Filmde Sophie’yi 31 yaşındaki babasıyla birlikte ‘90’lı yıllarda Fethiye’de çıktıkları bir tatilde görüyoruz. Şahane bir oyun arkadaşı babası. Birlikte bilardo oynuyorlar, yüzüyorlar. Sophie yanmasın diye sık sık güneş kremi sürüyor babası. Keyifli yemek sohbetleri yapıyorlar. Ve sürekli kamerayla kayda
Türkiye’nin ilk sakin şehri olan Seferihisar’da doğum sancıları çeken bir sanat kampındaydım geçen hafta. Bir buçuk dönümlük ince uzun bir arazide, sessiz sakin muhteşem bir doğanın içinde mor salkımlı kapısını açmaya hazırlanıyor eylül ayında. Adı Çağın Vitray Sanat Kampı. Çağın Vitray Sanatevi, vitray sanatçısı Mehmet Vatan tarafından 1990’da devraldığı vitray atölyesinin adını 2008 yılında değiştirmesiyle İstanbul Çağlayan’da kurulmuş. 1982’den bu yana vitray sanatıyla uğraşan Vatan, 2016 yılında bir başka vitray sanatçısı olan Belgin Eroğlu ile tanışmış. Bir süre ortak projelerde çalışmışlar daha sonra hayatlarını birleştirmeye karar vermişler. Birçok önemli projede yer aldıktan sonra en büyük hayalleri olan bir sanat kampı kurma projesi için kolları sıvamışlar. Üç yıl süren yer arayışın sonunda Seferihisar’da karar kılmışlar. İstanbul’daki atölyeyi rahle-i tedrislerinden geçen vitray sanatçılarına bırakıp yerleşmişler buraya. Tavşanları, kedileri, tavukları,
New York’ta Rus göçmenlerin oturduğu şenlikli bir mahalle. İçinde marketleri var, anaokulları, fotoğraf stüdyosu, kuaförü… Hepsi 1970’lerin sonunda Sovyetler’den göç etmiş Yahudiler. Birileri İngilizce konuşmaya görsün, derhâl uyarıyorlar: “Lütfen Rusça konuşun”. Hemen hiçbiri memleketlerindeki işlerini yapamıyor. Taksicilerin arasında sanatçı, Marksizm-Leninizm hocası var misal. Dnyper Market’in sahibi Sovyetler Birliği’nde hukukçuymuş. Köşedeki emlakçı ise rejisör. Sergey Donatoviç Dovlatov’un Jaguar Kitap’tan çıkan “Yabancı Kadın” adlı romanının kahramanları her biri. Kitabın anlatıcısı da bizzat yazarın kendisi. O da kahraman.
Ama ana karakterimiz bir kadın. Marusya. Anne babası iş güç sahibi, durumları iyi, disiplinli insanlar. Marusya mutlu ve rahat bir çocukluk geçiriyor. İyi bir öğrenci, dans ediyor, piyanosu, renkli televizyonu ve köpeği var. Güzel ve alımlı bir kız. Daha 13’ünden itibaren etrafını iyi eğitimli,
İstanbul Aydın Üniversitesi’nde yaptığım Psikoloji yüksek lisansının hemen ardından geldi pandemi. Bu süreçte katıldığım online eğitimler içinde kendi adıma en özeli Altınbaş Üniversitesi’nden aldığım uluslararası akredite sertifikalı Sanat Terapisi’ydi. Hocamız Psikiyatrist Hira Selman Kalkan’dı. 120 saat süren eğitimin ardından sanatın iyileştirici gücünü uzun yıllardır deneyimleyen bir sanat gazetecisi olarak, bu güce inancım daha da pekişti.
Özel bir çalışma
Sanat terapisi, insanın bireysel, ruhsal ve duygusal gelişimini sanatın yaratıcı gücünü kullanarak iyileştirmeyi amaçlayan bir disiplin. Bu disiplinde sanatın yaratım süreci, iç çatışmalarımızın ve problemlerimizin çözümüne, yeteneklerimizin keşfine, stresimizi kontrol etmemize, en önemlisi de kendimizle ilgili farkındalık kazanmamıza yardımcı oluyor.
Bu destek mekanizmasında sanat bir iletişim aracı. Duygularımızı dışa vurmamıza katkı yapıyor, onlarla iletişim kurmamızı sağlıyor. Davranışlarımızda değişikliğe gidebilmemiz için duygularımızın