Üç hafta önce Kanal D’de ekrana gelmeye başlayan “İnci Taneleri” dizisi, her üç hafta da tüm kategorilerde birinci olarak reyting tablolarını değiştirdi. Aslında şaşılacak bir durum değil. Çünkü başrolde, Mükremin Çıtır karakterinden bugüne filmleriyle, tiyatro oyunlarıyla seyircinin kapısını, kalbini hep açık tuttuğu Yılmaz Erdoğan var. Onun canlandırdığı Azem Hoca karakterini mutlulukla buyur ettiler evlerine. Hazar Ergüçlü her ne kadar Dilber dansı ile sosyal medyada büyük yankı uyandırsa da yine seyircinin sevdiği oyunculardan, ona da ‘hoş geldin’ dedi tv izleyicisi. Dilber de girdi salona. Esasen dizinin oyuncu kadrosundaki pek çok isim tv seyircisinin yabancılık çekmediği, başarılı isimler olduğu için “İnci Taneleri” ekrandaki dizi yarışında daha ilk haftalarda ipi göğüsledi. Ama tek başına kastla olmadı bu. Bir de senaryo gerçeği var.
“İnci Taneleri”nin konusuyla başlayalım. Dizi, eşi ve iki çocuğuyla mutlu bir aile hayatı süren edebiyat öğretmeni Azem Yücedağ’ın hikâyesini anlatıyor. Azem Hoca’nın hayatı bir gecede altüst oluyor, eşini öldürme suçunu bilmediğimiz bir nedenle üstlenip hapse giriyor. Aile dağılıyor, çocuklar bakımevine veriliyor, Azem Hoca bir süre sonra onların izini kaybediyor. Yıllar sonra dışarı çıktığında hayatı inci taneleri gibi dağılmış, yaralı bir adam olarak çocuklarını bulmak adına zorlu bir mücadeleye giriyor. Kimliğini saklayıp zengin iş kadını Piraye’nin kızı Ayça’ya özel ders vermeye başlıyor. Otel komşusu, pavyonda dans eden Dilber giriyor hayatına. Boşanamadığı kocası ve beraberinde getirdiği bir dolu belayla. Her bölümde Azem Hoca’nın dünyasının sırlarını ilmek ilmek söküyoruz. Telaşsız, akıcı diyaloglarla, şiirlerle, şarkılarla…
Sahici diyaloglar
Diziyi severek izliyorum. Yönetmenlik, oyunculuk bunlar benim için de tamam. Ama asıl kalbimi kazanan senaryodaki özellikler. Su gibi akıyor her şeyden önce. Azem Hoca’nın ders sahnelerinde hiçbir didaktik cümle yok. Hayatın içinden, sahici diyaloglar. Yılmaz Erdoğan’ın kıvrak kelime oyunları ustalık seviyesinin tadını çıkarıyor. Farklı sosyokültürel yapılardan gelen karakterlerin kendine has ifadeleri çok iyi ayrıştırılmış ve bir o kadar da sahici. Azem Hoca, bir şair; mütevazılığından ve şiire olan saygısından bu yanı gizli kalmış. Hâl böyle olunca dizide şiir de başrollerden biri. İkinci bölümde şiirimizin erken yaşta kaybettiğimiz yakın dönem şairlerinden Didem Madak’ın “Siz aşktan n’anlarsınız bayım?” şiirinden bir dörtlük okudu Hoca, öğrencisi Ayça’ya. Sınav sorusu olarak.
Ben dizilerin gücüne inanıyorum. Şiirin, edebiyatın, müziğin diziler sayesinde izleyiciye daha kolay geçtiğine. Yazdığım romanlardan biri, bir tv dizisinde iki sahnede sadece kapağıyla gösterildi diye satışlarının arttığını biliyorum. Vaktiyle dizi müziği olarak kullanılan Korsakov’un “Şehrazad Süiti” albümlerinin satış rekorları kırdığının haberini bizzat ben yazdım Milliyet’te. Bu nedenle “İnci Taneleri”nin şiir sevgisini artıracağını düşünüyorum.
Azem Hoca’nın Ayça’ya verdiği derslerde ona tatlı tatlı, esprilerle öğrettiği kuralların dilbilgisinin kanayan yaralarını saracağına da inanıyorum. Bu haftaki bölümde hocanın, kendisine gelen mesajda “Tabiiki”yi görüp – ki ayrılır demesiyle büyük bir beklenti oluştu bende. -de ve – ki ekinin ayrı yazılması, sözünü ettiğim yaralardan biri. Bu hatalı yazılımlar cümlenin tadını fena hâlde kaçırıyor. Ve ne yazık ki hayatında tek kitap okumamış olandan en iyi okulları bitirenlere, en yüksek kariyerlere ulaşanlara kadar çok büyük bir çoğunluk bu -de ve -ki yazılımında sorun yaşıyor. Bazıları hata yapmamak için tüm bu ekleri ayrı yazıyor ki o zaman da “Vazoda ki çiçek soldu” gibi içler acısı cümleler çıkıyor ortaya yahut “Gelde üzülme” gibi. Benim hayatım, edit ettiğim yazılarda bu -de ve – ki eklerini düzelterek geçti bir yanıyla. Hâlâ da öyle. Ama ben “İnci Taneleri”nden sonra umutluyum. Adem Hoca bu sorunu çözecektir. Hiç acıtmadan, stres yaratmadan.
İyi pazarlar