Anne sütünden kesildikten sonra her gün bir bardak süt içebilmiş çocuklara dokunmamıştır süt...
Sütten rahatsızlanan çocukların yaşadığı bölgeler, anne memesiyle birlikte süte veda etmiş çocukları düşündürdü bana.
Belki de, dedim, kendi kendime; memeden kesildikten sonra ilk kez okulda süt içtikleri için bünye tepki vermiştir.
Hali vakti yerinde ailelerin süte doymuş çocukları için çıkarılan, “meyveli süt”ler, eminim ki, bu çocukların semtine uğramamıştır...
Yetkililer, olayın bu yönüne de bakmalı...
Kuşkusuz, bozuk süt dağıtan, fırsat bu fırsattır diye piyasaya fırlamış uyanık sütçüler varsa, onlar da tespit edilmeli ve hesap sorulmalı...
Arap Baharı diktatörleri yıkmaya başladığında, Türkiye’nin bu ülkelere model olması, üzerinde çok durulan bir konuydu.
Atatürk’ün temellerini attığı “demokratik, laik cumhuriyet”in Ortadoğu ve Kuzey Afrika halklarına esin kaynağı olması dileği sık sık dillendirildi.
Arap Baharı’nın bu yönde seyrettiği söylenemez. Aksine din ağırlıklı rejimlere doğru yelken açan ülke sayısı çok daha fazla.
“Türkiye, Irak’a model olur mu?” derken, bugün bu sorunun tam tersi akılları kurcalıyor: Irak, Türkiye’ye model olur mu?
Feodal davranış
Dini, mezhepsel ve etnik aidiyet siyasetinin Irak ve Suriye gibi komşularımızı iç savaşın ve bölünmenin eşiğine getirdiğine ilişkin dünkü yazım üzerine arayan eski DPT Müsteşarı ve milletvekili İlhan Kesici ile bu konu üzerine sohbet ettik.
Mezhepsel ve etnik aidiyet siyaseti komşularımızı iç savaşın ve bölünmenin eşiğine getirdi.
Türkiye, bu sorunları komşularına göre çok daha hafif ve geriden hisseden bir ülke. Bunun en önemli nedeni, kuruluşunu laik, demokratik ve üniter bir yapıya dayandırmış olmasıdır.
Son yıllarda bu yapının ciddi biçimde yıpratıldığı ve zorlandığına tanık oluyoruz.
Dini, mezhepsel ve etnik aidiyete dayalı siyaset, Türkiye’de de giderek yaygınlaşıyor ve günlük yaşamda kendini hissettiriyor.
Kolay taraftar bulan bu tarz siyasetin yarattığı sorunların çözümü ise hiç kolay olmuyor.
Dine ve etnik kimliğe dayalı olarak yapılan siyasetin toplumu nasıl kutuplaştırdığı, nasıl böldüğü ve giderek nasıl çatışmaya sürüklediği Ortadoğu’da ve Balkanlar’da görüldü.
Türkiye bu taze örneklerden mutlaka ders almalı.
1 Mayıs, “bütün ülkelerin işçileri birleşin” diyen Enternasyonal’in 1889 Temmuz’unda Paris’te toplanan 2. kongresinde yaptığı çağrıya dayanır.
Bütün işçilerin birleşmesi bir yana, işçinin işçiyi tehdit ettiği bir dönem yaşanıyor dünyada.
Kendine göre “sosyalist Çin’in” günlüğü 1 dolar bile etmeyen işçilerinin “ölüm” diye gösterilip, diğer ülke emekçilerinin sıtmaya razı edildiği bir dönem bu...
Bu tehdit o noktaya vardı ki, artık refah devleti diye anılan ve sosyal haklarla uzlaşmaz çelişkiyi uzlaşır hale getirmeyi başarmış ülkeler bile, demokrasi ve insan haklarından mahrum ucuz emek “tehdidi”nin yarattığı rekabet karşısında, çareyi “sosyal devlet”ten yavaş yavaş vazgeçmekte buldular.
Türkiye de bu gidişin dışında değil...
Zonguldak’ta Çinli madenciler de işçisi ucuz diye Çin’de üretim yapan yatırımcılar da bunun en somut kanıtları...
Bölünmüş işçiler
Türkiye’nin en karanlık günlerinden biri 1 Mayıs 1977’dir. Taksim meydanında toplanan yaklaşık 500 bin kişilik bir kitleye, meydana bakan devlet dairesinden ve otelden ateş açılmıştı. Açılan ateş ve çıkan izdiham sonucu 36 kişi yaşamını yitirmiş, 200’e yakın kişi de yaralanmıştı.
Bu katliamdan sonradır ki, Türkiye’de hem 1 Mayıs hem de “Taksim Meydanı” bir “öcü”ye dönüştürüldü.
Taksim Meydanı, uzun bir mücadele sonunda yeniden 1 Mayıs kutlamalarına açıldı. Açıldı ama provokasyon korkusu hiç geçmedi. Bugün de ayın tedirginlik var.
Taksim’de 1 Mayıs’ı kutlamaya hazırlanan sendikaların gözetmeleri gereken hem provokasyona izin vermemek hem de 1 Mayıs 1977’nin aydınlatılması konusunu ısrarla gündemde tutmak olmalıdır.
Bu iki konuda aralarındaki görüş farklılıklarını bir tarafa bırakmalı, Türk-İş, DİSK, Hak-İş başta olmak üzere tüm işçi ve memur sendikaları birlikte hareket etmelidir.
Genelkurmay’ın gönderdiği rapor
1 Mayıs 1977 katliamı konusunda 35 yıldır değişmeyen bir algı, bu katliamın bir devlet tertibi olduğudur.
Kayseri
Milliyet’in Kayseri Business eki nedeniyle düzenlediğimiz yemekte Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ı uğurladıktan sonra, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız kürsüye geldi:
- Kayserililerin ticaretteki başarısını Kayserililere anlatmama gerek yok. Bu ticari yetenek, milattan önce 4000 yılına kadar dayanıyor. Gültepe Kaniş Karum arkeolojik kazı bölgesinden tam 22 bin adet tablet çıktı. Bu tabletler, ticari senetler. Milattan önce 4000 yılında Kayserili vadeli satış yapmış, düşünün artık.
“Ya börekten ya senetten”
Yıldız, Kayseri topraklarından 6000 yıllık senetler fışkırdığını söyleyince Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki de dayanamayıp kulağımıza eğildi:
- Kayserili neden ölür bilir misiniz?
12 Haziran 2011’de yapılan seçimin üzerinden 10 ay geçti. CHP’den Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay, MHP’den Engin Alan, BDP’den Faysal Sarıyıldız, Selma Irmak, Gülser Yıldırım, İbrahim Ayhan, BDP destekli bağımsız Kemal Aktaş, 12 Haziran’da milletvekili seçilmelerine rağmen tahliye edilmemeleri nedeniyle yemin ederek görevlerine başlayamadı.
Mahkemeler, anayasada yer alan hakların bölünmez bütünlüğü, demokratik ve laik sistemi ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamayacağına yönelik Anayasa’nın 14. maddesini gerekçe göstererek milletvekillerini tahliye etmedi. Mahkemeler, anayasanın milletvekili dokunulmazlıklarını düzenleyen 83. maddesinde yer alan istisna halini, bu kararlarına gerekçe gösterdi. Bu istisna hali, Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında kalan suçları, seçilmeden önce işleyenlerin yargılandıkları davalardan dokunulmazlık kazanamayacaklarını düzenliyor. Mahkemeler de vekil seçilen tutuklu 8 ismin 83. maddedeki istisnadan dolayı, yargılandıkları davalardan dokunulmazlık kazanamadıklarını gözetti. Bu nedenle 10 aylık süreçte, hukuki statüleri diğer sanıklarla aynı olan tutuklu milletvekillerinin tahliyeye hak kazanıp kazanamayacakları merakla
Saraybosna
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Bosna Hersek gezisinde, dini kurumlara ağırlık veren bir ziyaret programı uygulaması dikkat çekiciydi.
Kılıçdaroğlu’nun Bosna şehitleri için askeri birlikte mevlit okutması, Diyanet İşleri Başkanlığı ve müftüyü ziyareti, tarihi imam hatip okuluna gidişi ve Mostar’da tarihi Blagay (Muhasbe) Bektaşi Alperenler Tekkesi’ni ziyareti programının ağırlıklı bölümüydü.
Kılıçdaroğlu’nun Bosna’ya gelirken uçakta, 23 Nisan resepsiyonunda türbanlı katılımla ilgili yorumunda, “bunun aşılmasından memnunuz” yaklaşımını sergilemesiyle birlikte düşünüldüğünde, “CHP dini konuları öne çıkaran bir çizgiye mi yöneliyor” sorusu da gündeme geldi.
Kılıçdaroğlu’yla dün sabahki sohbetimiz bu soruyla başladı.
“Dine saygılıyız”