Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Arap Baharı diktatörleri yıkmaya başladığında, Türkiye’nin bu ülkelere model olması, üzerinde çok durulan bir konuydu.
Atatürk’ün temellerini attığı “demokratik, laik cumhuriyet”in Ortadoğu ve Kuzey Afrika halklarına esin kaynağı olması dileği sık sık dillendirildi.
Arap Baharı’nın bu yönde seyrettiği söylenemez. Aksine din ağırlıklı rejimlere doğru yelken açan ülke sayısı çok daha fazla.
“Türkiye, Irak’a model olur mu?” derken, bugün bu sorunun tam tersi akılları kurcalıyor: Irak, Türkiye’ye model olur mu?

Feodal davranış
Dini, mezhepsel ve etnik aidiyet siyasetinin Irak ve Suriye gibi komşularımızı iç savaşın ve bölünmenin eşiğine getirdiğine ilişkin dünkü yazım üzerine arayan eski DPT Müsteşarı ve milletvekili İlhan Kesici ile bu konu üzerine sohbet ettik.
Kesici, Irak’ı şöyle analiz etti:
“Irak’ta siyasi davranışlara baktığınızda feodal bir hareket tarzı görüyorsunuz. Hangi partide yer alacağınızı, hangi partiyi destekleyeceğinizi mezhepsel ve etnik kimliğiniz belirliyor. Ortada bir sandık da bulunduğu için bir anlamda Irak’taki sisteme mezhepsel ve etnik kimlik demokrasisi de diyebiliriz. Eğer Şii Arap’sanız partiniz ve destekleyeceğiniz lider şudur diyorlar; yok Sünni Arap’sanız bu kez de şu partiye gideceksiniz diyorlar; Kürt’seniz yeriniz burası, Türkmen’seniz şurası diyorlar. Ve birey kendini hangi kimliğe ait hissediyorsa o kitleyle birlikte hareket ediyor. Bu, feodal bir davranış biçimi. Oysa, kapitalizm ve demokrasi dediğiniz bireysel tercihe dayalıdır. Birey, ekonomik ve siyasi tercihlerinde tümüyle özgürdür. Verdiği verginin de oyun da hesabını sorma hak ve yetkisine de sahiptir. Ancak komşularımızda gördüğümüz bu türden bir demokrasi ve ekonomi değil.”

Türkiye’de dört eğilim
Kesici, Türkiye’de yaşanan siyasal sürecin bu çeşit kamplaşmalara yol açma riskinin yüksek olduğunu vurgulayarak, analizine şöyle devam etti:
“Türk siyasetine baktığımızda, eskiden merkez sağ, merkez sol iki büyük akımı oluşturur, bunların yanında ise dini ve Türk milliyetçiliğini esas alan iki siyasal akım da bulunurdu. Bu tablo içinde merkez sağ ve soldaki kitle partilerinde daha ağırlıklı olmak üzere bütün partilerde mezhepsel ve etnik manada her kimlikten, her kesimden insanlar olurdu. Rahmetli Turgut Özal’ın ANAP’ı ise bu dört eğilimi bir partide birleştirme iddiası taşıyordu. Bir süre bunu da başarmıştı.”

Ayrışma süreci
Kesici, Türk siyasetinin bugünkü yapısını ise şöyle değerlendirdi:
“Bugün Türk siyasetinde dini, mezhepsel ve etnik aidiyet öne çıkarılmış gibi. Bu süreç devam ederse, Türkiye’nin Irak’a değil, Irak’ın Türkiye’ye model olup olmayacağı tartışılacaktır. Türkiye’deki tabloya baktığımızda liderlerin en çok dini konular ve etnik aidiyetler üzerinden tartıştığını görüyorsunuz. Çok kalın bir gruplandırma yaparsak; eğer sizin için Kürt kimliğiniz diğer kimliklerinizden önemliyse yeriniz BDP’dir deniliyor; eğer Sünni kimliğiniz her şeyin üstündeyse o zaman Ak Parti’ye gideceksiniz; sizin için Türk kimliği birinci kimlikse yeriniz MHP’dir, deniliyor. Bu belirgin kimlikler, son zamana kadar bir tek CHP’de yoktu. Ama şimdi CHP’de de hissediliyor. Eğer sadece laik veya Alevi kimliğiniz öndeyse o zaman yeriniz CHP’dir gibi bir algı da yayılıyor. Oysa Türkiye, ekonomik düzeyi ve demokrasi deneyimiyle bunun aksi yönde ilerlemesi gereken bir ülkedir. Bireyi ekonomik olarak özgürleştiren ve siyasi olarak bilinçlendiren bir sürece girmelidir. Hem ekonomide hem siyasette özgür tercih yapabilen, eleştirel yaklaşabilen, vergisinin ve oyunun hesabını sorabilen ve gerektiğinde tercihlerini bireysel kararıyla değiştirebilen kuşaklar yetiştirmelidir.”