1 Mayıs, “bütün ülkelerin işçileri birleşin” diyen Enternasyonal’in 1889 Temmuz’unda Paris’te toplanan 2. kongresinde yaptığı çağrıya dayanır.
Bütün işçilerin birleşmesi bir yana, işçinin işçiyi tehdit ettiği bir dönem yaşanıyor dünyada.
Kendine göre “sosyalist Çin’in” günlüğü 1 dolar bile etmeyen işçilerinin “ölüm” diye gösterilip, diğer ülke emekçilerinin sıtmaya razı edildiği bir dönem bu...
Bu tehdit o noktaya vardı ki, artık refah devleti diye anılan ve sosyal haklarla uzlaşmaz çelişkiyi uzlaşır hale getirmeyi başarmış ülkeler bile, demokrasi ve insan haklarından mahrum ucuz emek “tehdidi”nin yarattığı rekabet karşısında, çareyi “sosyal devlet”ten yavaş yavaş vazgeçmekte buldular.
Türkiye de bu gidişin dışında değil...
Zonguldak’ta Çinli madenciler de işçisi ucuz diye Çin’de üretim yapan yatırımcılar da bunun en somut kanıtları...
Bölünmüş işçiler
Birkaç küçük çaplı gerginlik sayılmazsa 1 Mayıs Türkiye’de olaysız geçti. 1977’nin kanlı 1 Mayıs’ının yaşandığı ülkemizde kansız 1 Mayıslar kayda değer bir nitelik taşıyor.
Dünkü kutlamalarda işçilerin bölünmüşlüğü ve meydanların da buna göre paylaşılmış olması dikkat çekiciydi. 1 Mayıs’ta bile emek en geniş ortak payda değildi.
İstanbul’un Taksim Meydanı devrimci işçilere ve memurlara, Ankara’nın Tandoğan’ı iktidara yakın dindar işçilere, Sıhhiye Meydanı etnik kimliği işçi kimliğinin önünde gidenlere, İzmir ağırlıklı olarak merkezde durmaya çalışan işçilere ayrılmış gibiydi...
Meydanlar, sendikaların ve meslek örgütlerinin meşrebine göre paylaşılmıştı.
Ortak sorunlar
İşçiler ve meydanlar bölünmüştü ama sorunlar ortaktı.
Örneğin taşeron işçiler...
Günlük, haftalık, yıllık izin hakları yoktu, bu haklar işverenin lütfuna kalmıştı.
Tazminat hakları yoktu, işveren en fazla 11 ay çalıştırıp işine son vererek, tazminattan kurtuluyordu.
Annelik, doğum, ölüm, evlilik, hastalık gibi artık bütün dünyada kabul edilmiş sosyal hakları zaten konu bile değildi.
İşçinin yıl içinde ne kadar süre çalışacağına işveren karar veriyor, parça başı işlerde asgari ücreti yakalayabilmek için günde en az 10 saat çalışmak gerekiyordu.
Asgari ücret, hangi ölçüyü kullanırsanız kullanın yoksulluk sınırının altındaydı.
Kayıt dışı çalışmak istemeyen işçiye kapı gösteriliyordu.
4-C’liler güvencesiz çalışmaya devam ediyordu.
Şu sendikadan istifa edip bu sendikaya üye olmazsan işinden olursun, baskısı yaygınlaşıyordu.
KDV, ÖTV gibi dolaylı vergiler, işçiler üzerindeki vergi yükünü katlanılmaz boyutlara çoktan getirmişti.
Her ağzını açanın övündüğü büyüme rekorları işçi ücretlerine hiç uğramamıştı.
Ortak payda
Türkiye’de sendikaların inanç, etnik aidiyet gibi üst yapı farklılıklarına göre tutum almaları ortak sorunların ortak bir dille ifade edilmesini ve takibini de zorlaştırıyor. Bu durum çalışanların gücünü zayıflatan bir etki yaratıyor.
Oysa, bütün haklardan mahrum biçimde köle gibi çalıştırılan taşeron işçiler bile, sendikaların, “hiç olmazsa” 1 Mayıs’ta aynı meydanlarda bir araya gelmelerine ve ortak ses vermelerine yetmeliydi.