Arkadaşımız Namık Durukan’ın, İmralı’da BDP milletvekiliyle Abdullah Öcalan’ın yaptığı görüşmeyle ilgili haberi Milliyet’te manşet olduğu gün bana yöneltilen soru, “Kim sızdırdı” sorusuydu.
Ben, haberin, normal bir gazetecilik faaliyeti sonucu alındığı yanıtını verdim. Meslektaşlarımız tatmin olmayıp, “Yine de kim sızdırdı?” diye ısrar edince de özetle şu yanıtı vermiştim:
“Namık Durukan, 25 yıldır bu alanı izleyen deneyimli bir muhabirimizdir. Selefi niteliğindeki önceki partileri olduğu gibi yıllardır BDP’yi de izler. Namık’ın 25 yıldır izlediği bir alandan haber alması kadar doğal bir şey yoktur.”
Buna rağmen köşe yazarları, yorumcular öyle senaryolar ürettiler ki, hayret etmemek mümkün değildi. Nedense meslektaşlarımızın aklına bu haberin, her muhabirin yapması gereken normal bir gazetecilik faaliyeti sonucu alınmış olabileceği gelmedi.
Sızdırma yoluyla da elbette haber gelir ama bu istisna bir haldir. Yaygın olan, muhabirlerin izledikleri alandan kendi çabalarıyla haber almalarıdır. Namık Durukan’ın yaptığı da budur. Ancak, gazetecilik faaliyeti unutulmuş olmalı ki, her habere, “sızdırılmış”, “verilmiş”, “eline tutuşturulmuş” gözüyle bakılıyor ve hayal ürünü,
CHP Ankara Milletvekili Levent Gök, Meclis’in en çalışkan üyelerinden biri. TBMM İnsan Hakları Komisyonu bünyesinde kurulan Uludere Alt Komisyonu üyesi olarak da çok titiz bir çalışma yürüttü.
Gök, Uludere’de bazıları çocuk yaşta olan 34 vatandaşımızın yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan vahim olayı araştırdı. Ulaştığı bilgi, belge ve sonuçları Alt Komisyon’un hazırladığı rapora şerh olarak koydu. Gök, Alt Komisyon’un raporuna katılmadığı gibi, bu raporun Uludere olayını örtmeye yönelik olarak hazırlandığı iddiasını da dillendirdi.
Komisyon raporu
Gök, katılmadığı ve şerh koyduğu Alt Komisyon raporunun, olayı izah etmek ve sorumluları ortaya çıkarmaktan çok olaydan sonra yapılanları özetleyen bir metin olduğunu, bu nedenle hazırladığı şerhle olayın aydınlatılmasına çalıştığını vurguluyor.
Gök’e göre Alt Komisyon raporunun vardığı sonuçlar şöyle:
1- Uludere’de yaşamını yitirenlerin ailelerine yardım yapıldı.
Arkadaşlarımız Burcu Ünal ve Ozan Güzelce, “Zonguldak eskiden nasıldı, bugün nasıl” sorusuna yanıt aramak üzere Zonguldak’ta araştırma yaptılar. Hazırladıkları dizi yazısı dün başladı.
Burcu ve Ozan’ı bu araştırmaya iten, “Kelebeğin Rüyası” filminde gördükleri Zonguldak’tı.
Bir yanda zincire bağlanmış mükellefiyet kaçağı işçilerin ocağa götürüldüğü, bir yanda tenis şampiyonasına ev sahipliği yapan Zonguldak. Bir yanda veremden, sıtmadan, yoksulluktan kırılanlar, bir yanda balolar, partiler...
Arkadaşlarımız, bunlar gerçek miydi, film icabı mıydı, diye sorarak yola çıkmışlar.
Evet, gerçekti...
Zonguldak, altı cehennem, üstü cennet gibi bir kentti.
PKK’nın dağ kadrosunun başında olan Murat Karayılan, BDP heyetiyle görüştükten sonra görüşlerini açıkladı.
Karayılan, Abdullah Öcalan’a inandıklarını ve güvendiklerini, İmralı’da görüşmesinin kendilerini bağladığını vurguladı. Bu söylemle Öcalan’a bağlılık bildiren Karayılan, bazı konuları ise anlamakta zorlandıklarını da ekledi.
Öcalan-BDP-Kandil üçgeninde ayak direyecek faktörün Kandil olduğu biliniyordu. Silahlı PKK’lıların yurtdışına çıkmaları ve PKK’nın silah bırakması konusunda “tereddüt” ettikleri sır değildi.
TBMM kararı
Kandil’in, Öcalan’a silahlı PKK’lıların geri çekilme için en az 2 yıllık süreye ihtiyaç olduğunu ilettiği de biliniyor.
Kandil, PKK’nın silahlı dağ kadrosunu tek “güvence” olarak görüyor ki, bazı BDP’liler de bu yönde açıklamalar yapmışlardı. Silahlı dağ kadrosunun “sigorta” olduğunu ilan etmişlerdi.
Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı 4. Yargı Paketi, beklentileri karşılamadı. BDP sözcüleri KCK tutukluları, CHP ise tutuklu milletvekilleri, komutanlar, gazeteciler ve öğrenciler açısından hayal kırıklığına uğradıklarını söylediler. Paketin bir reform niteliği taşımadığını belirterek, “dağ fare doğurdu” yorumunu yaptılar.
Tutsaklara karşı KCK’lılar
4. paket hazırlıkları, İmralı’da Abdullah Öcalan’la BDP milletvekillerinin yaptığı görüşmelerle de ilişkilendirilmişti.
İmralı’ya gidenler arasında bulunan BDP Grup Başkanvekili Pervin Buldan, çıkışta, Öcalan’ın bir mesajını şöyle okumuştu:
“Devletin elinde tutsaklar var. PKK’nın elinde de tutsaklar var. PKK, elindeki tutsaklara iyi bakmalı. Umarım yakında ailelerine kavuşurlar.”
Öcalan’ın, KCK tutuklularından “tutsak” diye söz etmesi de eleştirilmişti.
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın özellikle Kürt sorunu konusunda en yakın çalıştığı kurmaylarından biri. Çelik, Türkiye’nin sorunlarına ilişkin çözüm önerilerini aktarırken, “bilgisayar dili” ile konuştu. Çelik, Türkiye’nin ulus-devlet (devlet-ulus) yazılımının güncellenmediğini, tıkandığı her noktada ihtilallerle, darbelerle çıkış arandığını, bunun sorunları daha da ağırlaştırdığını söyledi. Devlet-ulus sisteminin, kimlik ve diğer talepleri bir “virüs” olarak gördüğünü ve “anti virüs yazılımı” geliştirerek dışladığını vurguladı. Çelik, Kürt sorunu başta olmak üzere gündemdeki sorunlara ilişkin görüşlerini şöyle açıkladı:
Yeni yazılım gerekiyor
“Kürt meselesi ya da diğer kimlik meseleleriyle ilgili tartıştığımız nokta, o sorunun ötesinde bir şeye işaret ediyor. 19. yüzyıl mantığıyla kurulmuş bir ulus-devlet yazılımı -ben ona Türkiye için devlet-ulus modeli diyorum- o zamanın şartlarında normal karşılanabilir. O zamanki ulus-devlet mantığının bunca yıl sonra sürdürülmesi her tıkandığında, ihtilal yoluyla, darbeler yoluyla giderilmiş. Topluma bu elbise dar gelince darbelere başvurulmuş. 19. yüzyıl ulus-devlet yazılımı, her demokratik
Kanatlı Denizatı Broşu Berlin’de Bakan Ömer Çelik’e teslim edildi.
BERLİN
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Uluslararası Turizm Fuarı için Almanya’nın başkenti Berlin’e ulaştığında, “Size yarın bir sürprizim olacak” dedi.
Ama biz gazeteciler, Bakan’ın, “sürpriz”ini biliyorduk:
- Kanatlı Denizatı’nı geri götüreceğiz galiba, diye yanıt verdi.
Çelik, sürprizinin seyahatin bilinen sırrı olduğunu öğrenince, “Demek ki sürpriz değilmiş” dedi.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, dünyadaki milyonlarca kadın, ezilen, öldürülen, dövülen, yok sayılan hemcinsleri için yeniden sokaklara dökülecek.
Kadınlar, susturulan kadınların sözlerini, yaşadıklarını haykıracak ve eşitsizliklerin olmadığı bir dünya özlemini dillendirecekler yeniden.
Peki o sokağa dökülen, diğer kadınlar için de konuşan kadınlar yaşamıyor mu benzer bir şiddeti, benzer eşitsizlikleri?
Elbette yaşıyor.
Şiddet ve ayrımcılık, dünyanın her köşesinde, her sınıftan ve kültürden kadında farklı bir biçimde de olsa gösteriyor kendisini. Sadece Türkiye’de değil, demokratik standartları en gelişmiş ülkelerde bile sözlü, fiziksel ya da ayrımcılığa dayalı bir şiddet, kadınların kaderi haline geliyor.
Namusun Halleri