Feyzi Hepşenkal

Feyzi Hepşenkal

feyzihepsenkal@mynet.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Ülkemizin kıyıları, her kıvrımıyla cennetten bir köşe.
“Laf olsun” diye söylemiyorum, gerçekten öyle.
Üstelik 8 bin 300 kilometreden fazla uzunlukta kıyıya sahip Türkiye.
Ve Akdeniz çanağındaki, Karadeniz’le bağlantısı olan tek ülke.
Dolayısıyla konu “deniz” olunca “denizcilikle” ilgili her alanda, Türkiye iddialı olmak zorunda.
Bodrum’a gidince, denizin nimetlerini ve o nimetleri kullanmayı becerenlerin başardıkları işlerin büyüklüğünü daha iyi anlıyor insan.
İşte o zaman daha fazlasını istiyor.
Örnekse Türkiye 13 bin 500’ü marinalarda olmak üzere 16 bin civarında yat bağlama kapasitesine sahip.
Az mı?
Bu sayının İspanya’da 107 bin, İtalya’da 128 bin olduğunu düşünürseniz...
Az.
Hele Fransa’daki 227 bin rakamı karşınıza dikildiğinde...
Çok az!
Öyleyse...
Mesele daha büyük hedeflere yelken açmaktır.
Akdeniz çanağında yazın dolaşan 700 bin yattan ve bir sezonda marinalara bırakılan 100 milyar dolardan çok daha fazla pay almayı başarmaktır.

Onun içindir ki, Türkiye’ye yeni marinalar kazandırmak için başlatılan seferberliği çok önemsiyor ve açıklanan listeye hızla yenilerinin eklenmesini istiyorum.
Çünkü biliyorum.
Deniz “bereket” demek.
İster balık tut, ister yük ve yolcu taşı, ister turizmin envai çeşidiyle uğraş.
Yeter ki, hakkını vererek yap, ne yapıyorsan.
Karşılığı misliyle döner ve dönüyor zaten.

Bodrum’da sahile baktığınızda, sıralanan teknelerin “bize özgü” olanları hemen fark ediliyor.
Onlar, guletler.
Bizim guletlerimiz.
Antik Karya döneminden beri gelişerek, bugünkü formuna ulaşan guletler.
Bodrumlu ustaların elinden çıkan ve şöhreti dünyaya yayılan, yılın en az sekiz ayında Ege’nin, Akdeniz’in koylarını dolduran tekneler.
Onların yeri ayrı.

Ama bir de adına “Bare Boat” denilen bir uygulama var ki, çok ilginç ve önemli.
Karada “Rent A Car” diye bilenen, araç kiralama yönteminin; tam da denizdeki karşılığı yani.
Deniz Ticaret Odası Meclis üyesi ve Bodrum Şubesi eski Başkanı Faruk Okuyucu bu konuda hakkında çok çarpıcı bilgiler verdi.
Önce şunu belirteyim:
“Bare Boat” aslında tipik bir “çayın taşı ile çayın kuşunu vurma” hali!

Yasadaki “Mülkiyetlerinde işletme belgeli 30 yatak ve üzerinde Türk bayraklı yatlara sahip olan Bakanlığımızdan belgeli işletmeler, yabancı bayraklı yat kiralayarak ve işletme belgesi kapsamına alarak faaliyette bulunabilirler” hükmünden yararlanılarak, yurtdışında tekne kiralanıyor önce.
Sonra da Türkiye’ye gelen yabancılara bu tekneler bir haftalık sürelerden başlayarak ve “çıplak” olarak kiralanıyor.
Kaptan yok.
Mürettebat yok.
Erzak yok.
Tekneyi kullanma ehliyetine sahip olanlar, 900 Euro’dan 5 bin Euro’ya kadar değişen ücretlerde kiraladıkları teknelerle dolaşıyorlar gönüllerince.
Tekne kıyıya yanaştığında, bağlama parası ödeniyor.
Yediğini, içtiğini kasalarla alanlar; yine dünyanın dövizini bırakıyor.
Bu işle uğraşanlar da, işlettikleri teknelerdeki “yatak başına” her yıl Kültür Bakanlığı’na 100 dolar veriyor.
Ne dersiniz, iyi iş değil mi?

Faruk Okuyucu bu arada son rakamları verdi.
2012 yılında 1200’den fazla tekne “Bare Boat” kapsamında çalışmış.
Sonuçta ortaya, denizlerimizde geçirilen ve otelcilik hesabıyla “792 bin geceleme” çıkmış.
Müthiş.
Faruk Okuyucu diyor ki:
“Bu uygulamayı rahmetli Turgut Özal ile Işık Biren Paşa 2364 sayılı yasa ile başlatmışlardı. Kendilerinin geleceği görme konusundaki yeteneklerine, doğrusu hayran olmamak elde değil.”
Nereden nereye.
Ve rahmetli Özal’ı hayırla yad etmenin bir başka nedeni, işte size.