Nesrin Coşkun’un haberi canımı sıktı.
Seviye Belirleme Sınavı sonuçlarına göre, devlet okullarından biri bile, ilk 5, ilk 10 ve hatta ilk 20 sıra içinde yok.
İzmir’deki 696 ilköğretim okulu arasındaki sıralamada ilk 24 okulun hepsi, özel okul.
Ayıptır.
Yazıktır.
Günahtır.
Milli Eğitim Müdürü Ragıp Üye’yi, bu utanç tablosunu cesaretle yayınladığı için önce kutlarım ama sonra da sorarım:
Her kuşun eti yenmez de, önünüze konan her etli yemek yenir mi?
Eğer tadı güzelse, yenir.
Örneğin, döner.
Pidenin üzerine bir güzel dizilmiş ince et parçaları, onun da üzerine mis gibi domates sosu ile halis tereyağın kızgın tavadan yükselen nefis kokusu...
Yeme de, yanında yat.
Ama ya o döner parçaları Dokuz Eylül Üniversitesi’nde öğrenciler ve üniversite çalışanlarına servis edilen döner gibi tahlil gider de, Bornova Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü tarafından hazırlanan mikrobiyolojik analiz raporu önünüze gelirse...
İzmir İl Sağlık Müdürü Mehmet Özkan’ı, İzmir’de iki “ruh sağlığı merkezi” kurulması için gösterdiği çabadan ötürü, cidden ve yürekten kutluyorum.
Ama hazır yola çıkılmışken...
Adına ister “rica”, ister “uyarı” deyin; demem o ki:
İki tane az.
İki ruh sağlığı merkezi, söyleyin, kime yeter?
İzmir’in her ilçesine bir “ruh sağlığı merkezi” kurulmalı.
Aziz Kocaoğlu elindeki oltayı, isteyerek mi denize fırlattı yoksa kazayla mı düşürdü?
Hiç fark etmez.
Siz oltaya “balıklama atlayanlara” bakın!
Hele bir arkadaş kapı eşiğine yatmış, kulağı kirişte imiş meğerse.
Kocaoğlu’na atfedilen “Yerel seçimlerde aday olmayacağım. Adaylığım için milyonda bir ihtimal bile yok” fısıltısını duyar duymaz, bastı düğmeye.
Aman Tanrım.
Gökyüzünden haber yağdırdı yeryüzüne.
İki tünel. Biri gidiş, biri geliş. Uzunlukları 2 bin 20’şer metre.
18 Ağustos 2011’den itibaren, sayın 2 yıl l1 ay 19 gün.
İşte o gün gelip, tüneller bittiğinde, bir kâbus da sona erecek.
Nerede?
Sabuncubeli’de.
* * *
Temel, içecek makinelerinden birinin karşısına geçmiş, para atıp bir içecek almış.
Arkasından bir tane daha para atmış ve içeceği almış...
Bir tane daha...
Bir tane daha...
O sırada biri geçiyormuş yanından, durumun tuhaflığını fark edince merak etmiş:
“Afedersiniz ama ne yapıyorsunuz?”
Temel hemen cevap vermiş:
Derler ya hani “artist gibi” çocuktu.
Nitekim “artist” oldu.
1972 yılında rol aldığı ilk önemli film “Tatlı Dillim” adını taşıyordu.
Kadroya bakın hele:
Filiz Akın, Tarık Akan, Metin Akpınar, Zeki Alaysa, Münir Özkul, Hulusi Kentmen, Suna Keskin, Halit Akçatepe...
Tarık Akan zengin bir ailenin çocuğu. Tıp öğrenimi görüyor. Aynı zamanda basketbola meraklı.
Ve işte basketbol takımındaki “rol” arkadaşları:
Çeşme ve Alaçatı’daki “satılık ev” ilanlarına baktım.
Yok.
Almak için değil.
Meraktan.
Önce bin bir zorlukla para biriktiren ve bir ömrün sonunda kenara 100 bin lira koyabilen (aslında 100 bin lira da büyük para ya) biri için ev aradım.
Bulamadım.