Yıllar boyunca “İzmir’in sayfiyesi” olan Çeşme’de ne kadar çok şey değişti, diye düşündüm... Hep İzmir yanar, Çeşme eserdi. İzmirliler yazlıklara hücum eder, otelleri doldururdu. Babalar işlerine gidip gelir, anneler ve çocuklar denizin tadını çıkarırdı. Plajda midye dolması yenir, uzun akşam yemekleri gecelere bağlanırdı... Şimdi Çeşme’de birbirinden güzel plaj kulüpler var. Aya Yorgi, adını Hıristiyan bir azizden almış. Adı 1980’ler sonrasında değiştirilmeyen nadir yerlerden biri. Su tertemiz, bütün plajlar yan yana sıralanmış. Burada gündüzleri denize girip güneşlenirken, akşamları da yemek yiyip vur patlasın, çal oynasın eğleniyorsunuz.
Çeşme ne güzel!
Eski adı Kyssus. Bizans’ın egemenliği altındayken, Aydınoğulları Beyliği ele geçirmiş. O dönemde deniz üssü olmuş. Osmanlı idaresinde de deniz üssü konumunu korumuş.
1770 Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Cezayirli Hasan Paşa komutasındaki Osmanlı donanması, bozguna uğrayıp Çeşme açıklarında yakılmış. Bugün
Kuşadası Türkiye’nin ilk keşfedilen “turistik” yörelerinden biri. Adını, üzerinde Cenevizlilerin inşa ettiği bir kale bulunan Güvercinada’dan alıyor. İlk bakışta beton mezarlığı ve turist avcısı hali vardır. Hele o girişe dikilen birtakım ucuz görünümlü gökdelenler falan; sanki cinayet işlemişiz, katletmişiz, acımadan vurmuşuz! Her şeye rağmen Kuşadası’nı severim. Çarşısı, milli parkı ve sahiliyle gönlümdeki yerlerden biridir.
Milli park muhteşem
Dilek Yarımadası’ndaki milli park mutlaka görülmeli. Bitki örtüsü ve içinde yaşayan hayvanlarla Türkiye’nin en zengin milli parkıdır. Yaklaşık 250 adet kuş, 28 memeli, 42 sürüngen, 45 balık türü ve 804 bitki türü barındıran bu park Kuşadası’ndan yarım saat mesafede. 11 bin hektarlık bir alanda, olağanüstü.
Koyların güzelliği anlatılır gibi değil. Allah’a şükür mangal yakmak yasak. Eğer hafta sonu değilse, sinir bozucu terminatör insan manzarasıyla da karşılaşılmıyor.
Yunanistan’dan “Trenle gelir misin?” diye sordular. Sıkışık hayatlar, dolu ajandalar, ertelenen büyük işleri şöyle bir gözümün önünden geçirdim. her şeyi biraz daha ertelemeye karar verdim; “olur” deyiverdim.
Sirkeci’den trene binmeyeli yıllar olmuş. “Dostluk Treni” önce homurdandı, sonra kükredi ve nihayet şahlandı. Uzunköprü’deki gümrük kontrol noktasına kadar gayet “tıkırında” ilerledik. Uyudum, uyandım; trende yemek ve içecek servisi yok, görevliler kendilerine aldıkları yiyecek ve içeceklerden satıyorlar. Çay hiç fena değil; gecenin içinde ilerlemek hiç de sıkıcı değil.
Her ne kadar “İstanbul’dan Selanik’e 12 saat sürüyor” deseler de, durum biraz farklı. Gümrüklerde dört saat falan bekledik. Ama sorun yok; dedim ya, geniş zamanlardayız. Tren yolculuğu, tam bir eski zaman yolculuğu. Coğrafyanın değiştirdiği makyajı hissetmek, havanın kokusunu anlamak çok güzel. Önce “Trakya” kokuyordu. Dallar uzamış, yolları
Yusufeli’ne gitmek için, Erzurum’a uçmak en akıllıca şey. Sonrasında da iki saat süren bir araba yolculuğu ile ilçeye ulaşılıyor. Yollar pek iyi değil; adım başı bir iş makinesi, bir yol çalışması var. Ama Yusufeli’ne girer girmez “değermiş yahu” diyorsunuz. Yusufeli ilçe merkezinin nüfusu, bugün 6 bin civarında. İşsizlikten ötürü, nüfus geçtiğimiz yıllarda çok azalmış. “Baraj olacak” söylentileri, neredeyse 40 yıldır devam ediyor. Gerçekten de tepeden bakınca, ilçe tamamen doğal bir baraj. Bir yanımla “zaten buradan daha uygun yer olamaz” diyorum; öbür yanımla da “burayı keşke bıraksalar, bu güzelliği yüz binlerce insan görse” diyorum...
Bu söylentilerden, bu “iki arada bir derede” kalma durumundan olsa gerek, doğru dürüst yatırım yapılmamış. Yusufeli’nin köylerinden Narlık, ilk kamulaştırılan yerleşim bölgesi olmuş. Tek tük evde yaşam var; kendini kurtaranlar başka yerlere çoktan uçmuş.
Kesişme noktası
Yusufeli&rs
Şöyle uzun uzun yürümek, yıllardır hasretini çektiğiniz bisiklet turunu bacaklarınız ağrıyarak gerçekleştirmek, güzel bir deniz yolculuğu yapmak için Adalar, özellikle de Büyükada, çok uygun. Hatta hafta içi bir gün işten kaçıp giderseniz, çok daha mutlu olacaksınız. Hemen www.ido.com.tr’ye girip sefer yerleri ve saatlerine bakın, aman bu yazıyı okuduğunuzu patronunuza söylemeyin!
Eski adı Prinkipio
Adının “Büyük” olmasına bakmayın, sadece 5.4 kilometrekarelik bir alana sahip. Yedi yüzyıllık Bizans döneminde hapishane ve manastırlarıyla ün kazandı. Zamanında birçok önemli şahsiyetin sürgüne gönderildiği yerdi.
Büyükada’nın Bizans dönemindeki adı Karia idi; ama sonraki dönemde daha bilinen ismi Prinkipio oldu. İstanbul’un fethi sırasında en çok direnen adaydı. Adalar Belediyesi, 1861’de Abdülaziz döneminde kuruldu. Belediyenin merkezi de Büyükada oldu.
Ada, 1894 ve 1900’lü yılların başlarındaki yangınlardan çok zarar
Aytaç Arman’la birlikte Adana Havaalanı’ndan bindiğimiz araç, uçsuz bucaksız güzellikler arasında hareket etti. “Ne güzel” dedim; bir saat boyunca başka da laf edemedim. Arabanın arka koltuğunda oturan sadece ikimizdik ama ben Toroslar’dan büyülendim.
“Bereketli topraklar üzerinde”ydim; bir dönemin Kilikya’sında, Türkiye’nin Akdeniz’deki en büyük limanını barındıran şehre gidiyordum. Sevdiğim Mersin’e, cıvıl cıvıl bir şehre, güzel yemeklere gidiyordum. Oyunculuğuna bayıldığım Aytaç beyle ancak akşama sohbet ettim.
Vali Çiçero’nun şehri
Biraz eskilere gidecek olursak, Mersin antik Kilikya’nın sınırlarında. Kilikya’nın başkenti Tarsus; Mersin de önemli bir ticaret ve liman şehri. Yıllar içinde sayısız işgal gördü; Hitit, Urartu, Asur, Babil, Roma’nın kanatlarında varlığını sürdürdü. Seleukos döneminde, bugün bile modern kabul edilebilecek şehircilik anlayışı ve sanatla öne çıktı. Romalılar döneminde valisi dünyaca meşhur hatip
Yıllar önce, Midilli Ayvalık belgeseli çekerken, Midilli Adası’nda bir aya yakın kalmıştım. Sonra bir tatilimde bir hafta kaldım; birkaç gün geçirdiğim belki on gidişimi hiç saymıyorum. Severim ben bu adayı. Böyle “eğlence eğlence” diye bağıran bir havası yoktur. İnsanı sakin, iklimi aşağılara göre daha dayanılır durumdadır. Rüzgârı esti mi eser; hem de bizim taraf “el uzatsam ulaşırım” kadar yakındır...
Midilli Adası, Edremit Körfezi’nin tam batısını kaplıyor. Biz “Midilli” diyoruz, Yunanlılar “Lesbos” diyorlar, o “b” harfi de “v” olarak okunduğundan “Lesvos” olarak söyleniyor. “Mytilini” ise adanın başşehri.
Midilli aslında çok bizden
Midilli. Girit ve Euia’dan sonra, Yunanistan’ın üçüncü büyük adası. “Kendine yeten” ender adalardan biri. Tarım ve hayvancılık yapılıyor, zeytin ve zeytinyağı üretiminde dünyanın önde gelen markalarına ev sahipliği yapıyor. Ayrıca şarapçılık ve şu meşhur kızlı
Sabahın köründe yola düştüm; Eminönü’nden kalkacak olan “Boğaz Vapuru” için kuyruğa daldım. 72 millet bir arada sanki. Her dil bir arada ne de güzel çınlıyor. Çocuklar simit istiyor, vapurda ilk çaylar dönmeye başlıyor. İyice keyfim yerinde; hava da ne soğuk ne sıcak, tam kıvamında. Bir tam gün sürecek geziyle İstanbul’umu seyretmeye hazırım artık.
İneğin ırmağı
İstanbul Boğazı’nın mitolojik ismi, “ineğin ırmağı” anlamına geliyor. Tanrı Zeus, gözdesi Io’yu karısı Hera’dan korumak için ineğe çevirir. Hera’nın da kıskançlığı dillere destan. Hatta öyle cin bir kıskanç ki Zeus’un yanında gördüğü inekten bile şüphelenir. “Bu ineği hediye olarak isterim” diye tutturur.
İnek Io kaçar. Kaçış güzergahı içinde İstanbul da vardır. O yüzden bu geçiş denizine adını bırakır. Merak edenler için hikayenin sonu mutlu: Io Nil’e ulaşır, tekrar insana dönüşür. Hatta bir de çocuk dünyaya getirir.
Köprü