Dr. Emin Yeğinboy

Dr. Emin Yeğinboy

yeginboy@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yaşasaydı bugünlerde 100 yaşında olacaktı İsveçli dahi yönetmen Ingmar Bergman. Tüm filmografisi boyunca insana, hayata ve ölüme dair en temel sorular üzerine kafa yordu. Her yeni filmiyle bu sorulara verdiği cevaplar sürekli yenilendi.
Yaşamları ve sinema arasında bir bağ oluşturan yönetmenler, sık sık çocukluklarına dönerek bu dönemi filmlerinde yeniden yaşarlar. Fellini Rimini’de geçen çocukluk ve gençlik yıllarını “Aylaklar” ve “Amarcord” üzerinden neşeli bir tonda sonsuzluğa taşırken, Ingmar Bergman çocukluğunu travmatik ve kabus dolu yıllar olarak anımsadı. O dönemin travmalarını Tanrı’yı sorgulayan, babayı yargılayan unsurları birçok filminin ana temalarına iliştirdi. Son filmi olarak tanımladığı “Fanny ve Alexander” çocukluğunun kabus yıllarını üç saatlik bir epik öykü olarak anlattı. Luterci bir papazın oğlu olarak dünyaya gelen Bergman dini katı kurallar altında yetişti. Ceza, dua, itiraz edememe çocukluk yıllarının karanlığı, kabuslarının kaynağı olur. Babasının sert, otoriter kişiliği yalnız küçük Ingmar’ı değil annesini de yıpratır. Annesi sonunda evi terk eder, aktör olan sevgilisi ile yaşamaya başlar. Babasının intihar etme tehdidi sonrası tekrar geri döner. Ingmar annesi ile sığınma ve sevgi dolu bir ilişki yaşar. Farklı eksenlerde yazdığı senaryoları ile yaşamı sorgulayan Ingmar Bergman’ı bu yazıda kadın iç dünyasını incelediği, yüzleri ve elleri iletişim aracı olarak kullandığı filmleri ile anacağız. Tanrı ve inanç konusu da filmlerinde sıklıkla karşımıza gelir. “Aynadaki Gibi” ve “Kış Işığı” bu konudaki inanç krizini işleyen filmleridir. Yüzleri ön plana taşıdığı filmlerinde hep annesinin yüzünü canlandırmaya çalıştı. “Bir oyuncunun yüzü en güzel ifade aracıdır. Bakışları her şeyi anlatır. Kamera tümüyle nesnel bir gözlemci gibi yaklaşmalıdır ona…”
Bu yaklaşımını en güzel ifade ettiği filmleri arasında “Sessizlik”, “Persona”, ”Çığlıklar ve Fısıltılar”, ”Sonbahar Sonatı”, “Yüz Yüze” sayılabilir. Kadın yüzünü tuval üzerindeki bir portre kadar güzel, anlamlı sunan görüntü sihirbazı Sven Nykvist yüzler döneminin mimarıdır denilebilir. Kameranın odakladığı yüze düşen ışık ve gölge, umudu, umutsuzluğu, boşluğu, korkuyu, sevgiyi, sevgisizliği unutulmayacak resimlere dönüştürdü. Bergman karakterlerinin yüzleri kadar ellerini de duyguları yansıtmakta kullandı. Eller ve yüzler duyguları seyirciye iletti. İsveçli usta sinematografik büyüsünü perdeyi bir tiyatro sahnesi gibi düşünerek yarattı. Sessiz, sakin kameranın yakaladığı uzak plan sekanslar, yakın plan yüz ve eller onun sinematografisinin değişmez unsurları oldu.
İçinde hiç sönmeyen tiyatro aşkı onun tüm sinema kariyerine eşlik etti. Her kış mevsimini yoğun olarak tiyatro ile uğraşarak geçirdi. Yaşamı boyu 170 kadar oyunu sahneye koydu.