Netflix ‘bloc-buster’ sınıfından bol efektli, bol kanlı filmlere büyük bütçeler ayırıyor. Normal zamanlarda sinema salonları önünde köşeyi dönen kuyruk yapacak, adrenalin yüklü aksiyonlardan sonuncusu, ‘Ölüler Ordusu-Army of the Dead’ oldu. Zack Snyder yönetmenlik imzası ‘300 Spartalı’dan bu yana aksiyon dünyasında önemli bir yere sahip. 90 milyon maliyetli, bu Zombi aksiyonu, Las Vegas’ı rüya kentten bir kâbus kente dönüştürüyor. Bir zamanlar neon ışıklarının göz aldığı kent, Zombi istilası sonra yıkık, enkaz yığınlarının üzerinden dumanların tüttüğü, karanlık, gri bir alana dönüşmüş. Jeneriklerin aktığı açılış sahnelerinde Elvis Presley’in ‘Viva Las Vegas’ şarkısı eşliğinde zombilerin yaptıkları kanlı ve canlı şekilde önümüze geliyor. Zombileşen dansçı kızların hatta taklit Elvis’in boyunlara saldırısıyla olanlar olmuş, Vegas hayalet şehre dönüşmüş bile. Zombiler, ısırılmadan hayatta kalanları bir mülteci kampı gibi çevresi konteynerlerle çevrili karantina bölgesine toplanmaya mecbur etmiş.
Politik alt metin okuma, Zombilerin Amerikan usulü mutlu yaşamı ortadan kaldırarak, Trumpvari ayrılıkçı bir iklim yaratması olabilir. Karantina alanında ise sözde devleti temsil eden asayiş koruyuculardan kişisel terör, mobbing vardır. İnsanlar, buradan başka şehirlere otobüslerle taşınmak için sırasını beklemektedir. John Carpenter’ın distopik aksiyonu ‘New York’tan Kaçış’ tarzı, yıkık bir kente yapılacak operasyon söz konusudur.
Hükümet kontrollü bir nükleer patlamayla zombileri kökten öldürme kararı almıştır. Tam da kurtuluş günü olan 4 Temmuz’da yapılması planlanmaktadır. Ana konu, bombalama öncesi zombilerin hâkimiyeti altındaki bölgede planlanan bir banka soygunu etrafında kurulu.
Zombi bölgesine girerek soygun yapacak ekibin geniş kaslı Scott Ward (Dave Bautista) liderliğinde toplanması, tüm aksiyon klişelerini bir araya getiriyor. Ekip elemanları, tabii ki farklı dünyalardan gözüpek adamlar ve kızlar. 80’lerin birçok aksiyonunu veya en son çevrilen ‘The Expandables’ı göz önüne getirin, hemen ne demek istediğimi anlarsınız. Bu cesur ve becerikli takım, zombi bölgesine girer ve savaş başlar.
Zombi filmlerinin en önemli unsuru, zombi tasarımları oluyor. Yavaş mı, yoksa hızlı mı hareket edecekler, kafadan vurulurlarsa, ölecekler mi, duygusallıkları olacak mı? Bu kez zombi ve vampir arası bir tasarımları var, koreografi ise çok hızlı, atlama ve zıplama konusunda bayağı yetenekliler. Zombileşmiş kaplan bile var. Savaş beklendiği gibi beyinlerin havaya saçıldığı kanlı(gore) bir aksiyon şeklinde geçiyor. Bu işlerde Snyder tecrübesini konuşturuyor. Gerilimi ve kanı bol sahnelerde lider alfa zombi Zeus (Richard Cetrone) önemli bir rol üstleniyor. Diğerleri gibi kana susamış, boş kafalı bir zombi değil. Gerçek bir lider. Snyder, göndermeleri sever. Bu kez Wagner’in Götterdaemmerung operasına Alman kilit açıcı Dieter (Matthias Schweighöfer) vasıtasıyla bir göndermesi var.
Zombi filmlerinin değişmez politik alt metinleri hep medeniyete veya ırkçılığa karşı isyan olarak okunabilir. Sıradan insanın sistemden, güçlüden öç alması gibi yakıştırmalara da girilebilir. İlk zombi filmini yapan George Romero usta bunları düşünüp yaratmıştı. Bu gözle bakacak olursak, ‘Ölüler Ordusu’nu izlemek biraz daha keyifli olabilir. Yoksa 2,5 saat boyu, uzun aksiyon sahneleri, kaslı veya nişancı elemanların becerileri bir yerden sonra sıkıyor. Karakter derinliğini, hikâyede farklılıkları arayanlar bu filmden uzak dursun.
Zack Snyder, görüntü yönetmenliğini de üstlendiği filmde, özel yapım bir Red Digital Cinema kamera kullanmış. Birçok sekansta arka planı flu tutarak filme retro bir hava veriyor. Biz beğenmedik ama devam iki film için anlaşma yapılmış bile. Hayırlısı...