26 Nisan 1986, Ukray-na’da Pripyat kentinin 15 km yakınında Chernobyl Nükleer Santrali. Burada meydana gelen nükleer patlama, insanlık tarihinin yaşadığı en büyük radyasyon felaketi oldu. Hiroşima’ya atılmış olan atom bombasından iki kat daha fazla radyoaktif madde, yaklaşık 50 bin kilometrekareye yayıldı. Radyasyonla kirlenmiş sulardan, bitkilerden, rüzgâr ve yağmur ile yayılan zehirlenmenin kaç yüz bin kişiyi etkilediği net olarak bilinmiyor. Bilinen, Rus hükümetinin resmi kayıtlarında, ilk 9 günde yangın söndürme ve kurtarma çalışmalarında yaşamını kaybeden 31 kişi.
Sakın ola kaçırmayın
Nükleer çekirdekteki patlamanın ilk günlerinde Komünist Parti, iktidar gücünü yıpratmamak, Batı karşısında küçük düşmemek adına olayı basit bir olay olarak algılamak ister. Uluslararası paylaşımdan kaçınır, felaketi basite indirger. Politik yalan fırtınası, felaketin boyutunun anlaşılmasından sonra bile devam eder. Teknolojinin hatalı olduğu üzerine patlama öncesi, nükleer fizikçilerin yıllar boyu süren uyarıları; parti yöneticilerinin hoyrat ve cahilce tavırları karşısında boşa gitmiştir. KGB, bilgi kirliliği gerekçesiyle doğruyu söyleyen fizikçileri tutuklamayı, susturmayı tercih eder.
HBO ve İngiliz Sky kanalının ortaklaşa hayata geçirdiği 5 bölümlük mini dizi ‘Chernobyl’, öncelikle dönem atmosferini ve hikâyedeki dramatik gerilimi yaratmakta olağanüstü etkileyici. Karanlık ve kasvet, izleyeni boğarcasına içine alıyor. İnsanların göz göre göre ölüme terk edilmesi veya hataların giderilmesi için ölüme gönderilmesi, bir savaştan daha dehşet verici gerçeklere uzanıyor. Politikacıların söyledikleri yalanlar her geçen gün geçerliliğini yitirirken, bilgi tek kurtarıcı olarak ortaya çıkıyor. Fakat nereye kadar? İktidar, gücünü kaybetmemek adına olayın boyutlarını olabildiğince aşağıya çekmeye çalışır. Gerçeği bilen ve ifşa edenlerin hayatları tehlikeye girer. Kentte yaşayan halkın tahliyesi bile gecikmeli bir karar olarak yürürlüğe girer. Tahliye edilen 300 bin kişi henüz evlerine dönmüş değil.
Çekimler ağırlıklı olarak Ukrayna ve Litvanya’da yapılmış. Gerçek olay mahalli Chernobyl’de yapılan çekimlerde var. Pripyat hastane bodrumunda saklanan, itfaiyeci kıyafetlerinde hâlâ ölümcül miktarda radyasyonun mevcut olduğunu görmek, olayın ciddiyetini anlatıyor.
Nükleer çekirdeğin eriyerek toprak altına yayılmasını, dolayısıyla, akarsulara karışarak binlerce kilometrekarelik, binlerce yıllık bir doğa kirlenmesini önlemek için, sıvı nitrojen koruyucu katmanı toprağın altına yerleştirilmek zorundadır. Üçüncü bölüm, bu konuyu işliyor. Madenciler, toprağın 150 metre altına tünel kazmaya başlar. Toprağın altında 50 dereceye varan ısıda çalışmaya mecburdurlar. Onların kahramanca duruşu karşısındaki politikacı kaypaklığı, iki diyalogla çok güzel vurgulanmış. Rusya’nın proleter sınıf gerçeğinin nerede başlayıp nerede bittiğini anlıyoruz.
Hikâye, kişisel dramlar üzerinden de yürüyor. İtfaiye eri Vasiliu ile hamile eşi arasındaki ilişki göz yaşartıyor. İlk bölümde radyoaktif serpintiyi kar zannedip oynayan çocuklar, nükleer tehlikenin nasıl bir şey olduğunun kanıtı. Görülmeyen, bilinmeyen, kokmayan sonradan öldüren bir düşman.
Fizik Profesörü Valery Legasov’u, Jared Harris ve Başkan Yardımcısı Boris Shcherbina’yı Stellan Skarsgard çok etkileyici canlandırmış. Gerçekte de, olayın öne çıkan tedbirleri aldıran ve gerçekleri bilen kahramanları. Fizikçi Ulana Komyuk’u oynayan Emily Watson da, kurmaca bir karakter olarak, gerçeğin peşine düşüyor. Gerçeğin safça peşine düşen bilim adamlarının, iktidar yalanları karşısında yaşadıklarının canlı örneklerini canlandıran karakterler.
Şimdi düşünüyorum da, zamanında “Hafif radyasyon iyi gelir” deyip radyasyonlu çay içen veya “Radyasyon var diyen, dinsizdir” söyleminde bulunan Türk politikacıları aklıma geliyor. Böyle insanların politikacı olarak boy gezdirdiği ülkeleri, Tanrı nükleer felaketlerden korusun. Görüyoruz ki, dönemin Komünist Parti yöneticileri de farklı davranmamış. Bir korku filmi gibi izlenen bu felaketi, sakın ola ki kaçırmayın.