"Arakçılar-Shoplifters" son Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi kazandı. Bu ödül, Japon Sineması’nın bu festivalde 1997’den sonra kazandığı ilk büyük ödül oldu. Jüri Başkanı Cate Blanchett, filmi neden seçtiklerini “Aklımızı başımızdan aldı, oyuncu performansları ve yönetmen vizyonu inanılmaz bir uyum içindeydi” şeklinde açıklamıştı. Yönetmen Hirokazu Koreeda, aile dramları üzerine uzman bir isim. Yasujiro Ozu’dan bu yana aile bağlarının çelişkileri üzerine odaklanan filmler üretmiş olan Koreeda, bu sefer kan bağının aile olmak için şart olup olmadığını tartışmaya açıyor. Bir önceki filmi ‘Benim Babam, Benim Oğlum’da (2013) yine benzer bir konuya el atmıştı. Doğumhanede karışan çocuklardan Keita varlıklı bir ailenin, Ryusei ise fakir bir ailenin yanında 6 yaşına kadar gelir. Yanlışlığın farkına varıldığında baba kimi tercih edecektir? Kan bağı olan oğlunu mu, yoksa büyüttüğü, duygusal olarak bağlandığı başkasının çocuğunu mu? ‘Arakçılar’da öykü, yaşamlarını marketlerden yiyecek çalarak sürdüren fakir bir ailenin sokakta buldukları kız çocuğunu yanlarına almasıyla gelişiyor.
Film üzerine yapılan bir söyleşisinde Koreeda, Japon toplumunun evlat edinme konusunda açık olmadığını, kanunların ise yerleşik düzenin dışında kalan bireylere fazla hak tanımadığını söylüyor. Filmin öyküsünü, bir önceki filminde olduğu gibi gazete haberi sonrası yazmış. Koreeda’nın en çok etkilendiği yönetmenin Ozu değil Ken Loach olması, onun ajitasyondan uzak, nesnel, müdahalesiz anlatımından hemen anlaşılıyor.
Artık Rocky yok, Creed var
1977’de dikilen Rocky Balboa ağacı fidan vermeye devam ediyor. ‘Creed 2-Efsane Yükseliyor’ ağacın yan dalı olarak yeşerdi, çiçek açtı, meyvesini bile verdi. Artık ‘Creed’ yeni dizi olarak Rocky efsanesinin devamı oldu. Sylvester Stallone’un senaryo yazarlığı ve karakteri Adonis Johnson’ın ring köşesindeki koçluğu, sağlığı yerinde oldukça devam edecek gibi. İlk filmde Adonis yetim bir çocukken üvey annesinin gelip kendisini bulmasıyla, ölen babasının şampiyon boksör Apollo olduğunu öğrenir. Babasının en yakın arkadaşı ve rakibi Rocky Balboa’yı bulması hayatını değiştirir. Onun koçluğunda başarı merdivenlerini tırmanmaya başlar.
Stallone, bu kez senaryoya Rocky 4’teki unutulmaz rakibi Ivan Drago (Dolph Landgrun) ve oğlunu dahil etmiş. Vakti zamanında Rocky’ye yenilmesiyle hayatı altüst olan Drago, oğlunu da sadece kazanmak dürtüsüyle yaşayan bir boksör olarak yetiştirmiştir. Acımasız, bir robot gibi dövüşen, rakiplerini dağıtan genç Drago, kısa sürede boks organizatörlerinin ilgisini çeker.
Boks yanında aile olma üzerine de yoğunlaşan bir öykü çıkıyor karşımıza. Tüm karakterlerin aile olma üzerine sıkıntılı durumları var. Boks ve özel yaşam sorunları, neredeyse eşit bir paydada öyküye yansıyor. Boksörlerde, Adonis’te Michael C. Jordan ve Drago’da Florian Munteanu, atletik yapılarıyla karakterlerine yakışmışlar. Hele Munteanu, kalın ve gösterişli adaleleriyle tam bir insan azmanı. Sylvester Stallone’u izlemek ise içimi acıtıyor. Onun görkemli Rocky Balboa günlerini izlemiş birisi olarak çökük yanaklı, yaşlı duruşu hiç mi hiç hoşuma gitmiyor. Zıplattığı topu da durumu kurtarmıyor. Bianca’da Tessa Thompson ise sesi ve samimi oyunculuğuyla puanları topluyor.
Aynı kulvardaki filmlerden, nostaljisi ve boks sahnelerinde şiddeti yakın plan yansıtmasıyla ayrılabilir.