Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Ali Değirmenci - Türkiye, 6 Şubat tarihinin ilk saatlerinde depremin en acı yüzüyle karşı karşıya geldi. Resmî verilere göre 50 bin kişi hayatını kaybetti, 120 bin kişiden fazla kişi yaralandı. 11 şehir, toplam 13 milyon insan depremin kaosunu bir ömür gibi yaşadı.

Daha sonraki dakikalarda, depremde yaşanan ağır dramı, felaketi, kolonlar altında ezilip parçalananları, onlarca saattin ardından gelen mucizeleri, ekran başında tüm ülke, hatta dünya anbean takip etti. Deprem bölgesindeki acı, yurt geneline yayılarak toplumu yasa bürüdü.

Haberin Devamı

Bütün bir ülke acı, hüzün ve kaygı içindeyiz. Zelzele hepimizin psikolojisini bozdu. İnsan acısını da hüznünü de yaşayarak mutlu bir hayat, huzurlu bir yaşam sürebilir, hayata bağlanabilir mi?

Deprem bir doğa olayı. Ama çağımızda insanlar, her gün her an depremi yaşıyor. Kaygılarıyla deprem felaketini âdeta her gün yaşıyorlar. Antidepresan ilaçların dünyadaki kullanım oranı milyarlara ulaştı. İşimi kaybeder miyim? Sağlık sorunum olursa tedavi görebilecek miyim? Ekonomik sıkıntıya girersem çocuklarımın eğitimi ne olacak? Modern insanın mutluluk sorunu gayet ciddi boyutlara ulaşmış durumda.

Viktor E. Frankl

Viktor Emil Frankl, bir Yahudi, çok başarılı bir hekim ve çok genç yaşta sivrilip yükselmeye başlamış bir entelektüel. Fakat onun yaşadığı 1940’lı yıllar; Avrupa’nın merkezinde derin endişelerin yaşandığı, faşizmin bir karabasan gibi Avrupa’nın neredeyse tamamını sardığı, insanlığın buzdolabına konulduğu, aklın yerini hırsın ve milliyetçi duyguların aldığı bir zamandı… Nazi hükümeti, Yahudi toplumunu hedefine alıp, öldürmek yok etmek için her şeyi yaptı. Mallarına, mülklerine el konuldu. Milyonlarca insanın gaz odalarında travmatik şekilde ölüme sürüklendiği anda, bir Yahudi olan Frankl’in de yolunun toplama kamplarına düşmesine neden oldu. Eşi, annesi ve babası, bu kamplarda hayata veda etti. Frankl, gaz odasına gitmekten her gün bir şekilde kurtuldu. Auschwitz kampında ağır şartlar altında, günlük bir parça somun ile her sabah gaz odasına gidecek listede olmamak için yapılan dualar, kıl payı liste dışı kalmalar, her kurtuluş birilerinin yaşamının sona ermesi olurken ve herkesin herkesi ispiyonladığı, herkesin kendi hayatına karşılık başkalarının hayatını ölüme ittiği, soğuk, aç susuz geçen günler aylar... Birçok kişinin ağır şartlara dayanamayarak açlıktan, hastalıktan öldüğü, yaşanılan ağır travmalar nedeniyle her gün intiharların olduğu bir ortamda hayatta nasıl kalınabilirdi ki? İnsan bu şartlar altında her sabah güneşin doğmasını beklerken gaz odasına mı, çalışma kampına mı gideceğini bilemeden nasıl yaşar? Yaşamın anlamını nasıl bulur, bulabilir mi? O günlerde o kamplarda yaşayanların “Tanrı varsa bizi görmüyor mu?” sorusunu sorduğu bir zaman diliminde insanın bir anlam arayışı olabilir mi?

Haberin Devamı

Yaşama umudu

Anlam arayışı

“Sahip olduğumuz tek şey, kelimenin tam anlamıyla çıplak varoluşumuzdu.”

İlk bölümde anlattığımız, hâlâ sıcaklığını hissettiğimiz deprem felaketi ve sonuçlarıyla ilgiliydi. İkinci kısımda ise Nazilerin 1940’larda düzenli ve koordineli şekilde önce Almanya, sonra da işgal ettiği topraklarda 7 milyona yakın Yahudi’yi gaddarca ve zalimce katletmesinin sonuçlarıydı.

Haberin Devamı

Böylesi travmalar yaşayan bireyler ya da toplumlar, ruh sağlıklarını nasıl koruyabildi ya da koruyabilen oldu mu? Yaşadığımız deprem travmasını düşünürken, 2-3 yıl önce Gündüz Vassaf ile Marmara Adası’nda sohbet ederken, mutlaka okumamı önerdiği Viktor E. Frankl’in, Okuyanus Yayınları’ndan çıkan “İnsanın Anlam Arayışı” adlı dünyada çığır açan kitabı aklıma geldi. Nörolog ve psikiyatr Frankl, bu kitabında, Auschwitz Kampı’ndan kurtulduktan iki yıl sonra yaşadıklarını, gördüklerini, acı dolu trajedileri insanlığa anlatırken, ayakta nasıl kaldığını sayfalara sığdırmaya çalışmıştı.

Bu kitapta ve Yahudi Soykırımı kitaplarında da çok sık rastladığımız, “Biz orada ölürken Tanrı neden bize yardım etmedi?” sözünün çok duyulduğu zamanlarda Dr. Frankl, hayatın anlamını keşfedip ayakta kalmayı başarıyor. Hakikate sarılıyor. Sevgiye inanarak yaşam mücadelesini kazanıyor. Yakın bir dostunun, “Her sabah tıraş olmalısın, tıraş bıçağın yoksa da camla tıraş ol” dediğini aktarıyor. Her sabah güneş doğuyor, gün açıyor, yeni bir hayat o andan itibaren kurulmaya başlıyor.

Hayatın bir anlamı var. Bir evren ve dünya var. Hayat, bitkiler, hayvanlar ve insanlar için her sabah doğuyor. Gece olunca ertesi gün yeniden bir hayat daha kuruluyor. Bu devinim sürekli yaşanıyor.

Yaşamak umuttur

İnsanın anlamında sevgi vardır. Sevgi insanı ayakta tutabilir. Dr. Frankl, yakınlarına, hayatta kalanlara, tanıdıklarına, doğduğu kente, mahalleye, doğduğu eve ulaşmanın, onu amaçlamanın, yazdığı kitabın basılmasını görmenin, insana bir yaşama gücü verdiğini anlatıyor. Onlara tutunup, bir umutla ayakta kalmaya, onlara kavuşmaya çalıştığını söylüyor.
“Hakikat şuydu; sevgi, insanın ulaşabileceği en yüksek ve en büyük hedeftir.”

Deprem hayatımızı alt üst etti. Evet, yakınlarını kaybettiler, o anı her an yaşıyorlar… Bunlar büyük acılar şüphesiz! Ama insan hayata umutla bakmasını bilmeli. Evet, acılarımızı, hüznümüzü içimizden hiçbir zaman söküp atamayacağız, ama hayatın bir anlamı varsa ki var, o anlamları bulup yaşamak gerekiyor. Viktor E. Frankl, büyük acılar yaşadı, yakınlarının, sevdiği kişilerin gaddarca ölümlerini, sırayla gaz odasına gidenleri izledi ve gece aklına mukayyet olmak, unutmak için uyudu...

“Istırabın kaçınılmaz olduğu durumlarda, anlamın ıstıraba rağmen ve hatta onun sayesinde bulunabileceğini söylüyorum. Kaçınılmaz değilse yapılacak şey, nedenini ortadan kaldırmaktır.”

Hayat umuttur, bir anı bir hikayedir. Hayat depremden geri kalan bir kare fotoğraf, yerle bir olmuş kolonların geçmişindeki bir sofraya ait yaşanmışlıklardır. Hayat bazen bir kitap, kitabın içinde bir karakter, bir kent, bir mekan bir duygudur. Hayat her şeye rağmen yaşamaya değer en yüce duygudur.