Dr. Akkan Suver / Marmara Grubu Vakfı Genel Başkanı - Geride bıraktığımız hafta içinde, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Çin Halk Cumhuriyeti’ne bir ziyaret gerçekleştirdi. Macron’a ziyaretinde Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de eşlik etti. Dolayısıyla ziyaret Fransa’nın olduğu kadar Avrupa Birliği’nin de imzasını taşıdı.
Batı tarafından barışa giden yol açısından çok önemli bir adım olarak nitelendirilen ziyaret; Fransa’nın barış ve istikrar için ortak sorumluluk duyması olarak da değerlendirildi. Gene bu ziyaret Macron’un; Çin’in barış girişimlerinden sorumluluk alma ve barışa götürecek yolları açma iradesini ortaya koyması şeklinde de yorumlandı. Belki de Macron, Batı’nın görmezden gelinemeyecek küresel bir güç olarak, Çin’in konumuna saygı duyan daha sakin bir diyalog diliyle Avrupa Birliği ile ilişkileri büyültmek ve değiştirmek gibi zorlu bir görev üstlendi.
Ziyaret gerçekte; Ukrayna krizine çözüm çabası ve gerileyen AB - Çin ilişkilerinin düzenlenmesi açısından önemliydi. Farklı kalkınma modellerine rağmen birbirlerine saygı duyarak samimiyetle iletişimlerini sürdüren ve karşılıklı fayda sağlayan Çin ve Avrupa Birliği bu yıl aynı zamanda AB - Çin Kapsamlı Stratejik Ortaklığının 20. yıldönümünü de idrak etmekteydi.
Çin de Avrupa Birliği de iki büyük güç. Fransa da Avrupa Birliği’nin başat üyesi.
İki büyük uygarlık. Avrupa Birliği’yle birlikte Fransa da bu uygarlığın sahibi.
İki büyük pazar. 1 milyar 400 milyonu aşkın tüketiciyisiyle Çin pazarı da bir gerçek. Bu gerçeğin farkında olduklarından olsa gerek Macron’un; Avrupa’nın dolayısıyla Fransa’nın büyük Çin pazarına girmekte geç kalışını telafi etmek için beraberinde ekonomik ağırlığı olan yaklaşık 54 Fransız şirketinin başkanlarıyla Pekin’e ve Guangzhou’ya gelmesi ekonomik işbirliğinin vazgeçilmezliğini de ortaya koydu.
Gerçekçi değerlendirmelerin yapıldığı bu ziyaret sonrası Emmanuel Macron; “Eğer iki süper güç arasındaki gerilim artarsa, stratejik özerkliğimizi finanse edecek ne kaynağımız ne de zamanımız olacak. Bağımlı devletler haline geleceğiz.” diye görüşlerini özetledi.
Çin ile ticaretin dengesizliğine rağmen Avrupa’nın Pekin’den uzaklaşmaması gerektiğini ifade eden Macron, sanayimizin üzerindeki riskleri azaltmaktayız, ancak Çin’den uzaklaşamayız ve aramıza sınır çekemeyiz.
Avrupa’nın Ukrayna krizini çözemediği bir ortamda Tayvan hakkında ileri geri konuşmanın anlamsızlığını ziyaret sırasında belirten Macron, Tayvan üzerinden kriz çıkarmanın manasızlığını vurgulayarak tek Çin politikasının gerçekliğini de gündeme getirdi.
Dolayısıyla bu ziyaretle Macron, Batı’nın Çin’le diyaloğunun ana figürü oldu ve gene bu ziyaret sonrası Çin ziyaretini risk değil fırsat olarak değerlendirdi. Bu da Çin ile AB arasında sorunsuz iletişim kanallarının sürdürülmesi konusunda ikili bir fikir birliğinin kapısını araladı.
Stratejik özerklik kavramına büyük önem veren Macron’un ziyareti sonrası Çin Dışişleri Bakanı Qin Gang; “Çok taraflılık korumada, Çin-Fransa işbirliği dünyaya daha fazla istikrar ve kesinlik aşılayacak ve uluslarası toplumu birbirine yardım etmeye, fırsatları paylaşmaya ve zorlukları birlikte aşmaya teşvik edecektir” dedi. Çin’in AB Büyükelçisi Fu Cong ise ziyaret sonrası; Çin’in karşılılık ve eşitliğe dayalı olduğu sürece tüm çözümlere açık olduğunu da vurguladı.
Dolayısıyla Macron’un ziyaretini Çin Halk Cumhuriyeti’nin kaçınılmaz varlığının bundan böyle Avrupa Birliği ve Fransa’da daha önemli ve daha belirgin olarak gündemde olacaktır, diye değerlendirebiliriz.