Mustafa Kemal Ulusu
1913 yılı Kasım’ında Sofya’ya askeri ataşe olarak atanan Mustafa Kemal, Bulgar ordusunun ünlü generali, Savunma Bakanı Stylian Kovaçeva’nın 20 yaşındaki kızı Dimitrina Kovaçeva’yla (Miti) ile bir baloda karşılaşır. Yabancı diplomatlar, İsviçre’de eğitim görmüş, üç dil bilen, piyano çalan ve dans pistlerinde paylaşılamayan güzel Miti’ye ”Balkan Gülü” adını takmıştır. Mustafa Kemal, bir baloda Miti’yi dansa kaldırır ve o gece Strauss’un ”Güzel Mavi Tuna” valsi eşliğinde sabaha kadar dans ederler. Sofya’yı sarsacak aşkın ilk kıvılcımları başlamıştır, Miti ve Mustafa Kemal sık sık görüşür, birlikte buz pateni yaparlar. Ancak, ilişkileri 1914 Sofya’sına esrarengiz, mutlu ve umutsuz bir aşk çıkmazı olarak damgasını vuracaktır, Bulgar sarayından gelen baskılar ve general baba Kovaçeva’nın kızının Osmanlı’daki yaşama uyum sağlayamayacağı gerekçesi yüzünden, görüşmeleri ve büyük aşkları maalesef sona erdirilmiştir.
Mustafa Kemal İstanbul’a döner. Babası Miti’yi derhal bir mühendisle nişanlar, fakat Sofya’nın en güzel kızı Dimitrina, son nefesine kadar Mustafa Kemal’i sevecektir.
Birkaç yıl sonra doğan kızı Anna Deyanova, yıllar sonra kendisiyle yapılan bir röportajda ailesiyle birlikte yaşam boyu çok sıkıntı çektiklerini, hatta sürgüne gönderildiklerini ifade ederek, “Ah ah annem Mustafa Kemal ile evlenseydi şimdi Dolmabahçe Sarayı’nda olmak vardı,” diyerek sonu hüsranla biten aşk hikâyesini böyle esprilerle çevresine hep yumuşatarak anlatmıştır.
O yıllarda Türk kadının geleceği hakkında Mustafa Kemal’in yaşadığı şu olay, onun ilerisi için, o günlerde dahi neler planladığını çok net göstermektedir.
Mustafa Kemal, Sofya’ya yeni taşındığı günlerden bir gün, daha henüz pek çevresi yokken, bir Bulgar Hastanesi’nde tek başına oturup etrafı tanımaya çalışır, eşine dostuna mektuplar yazar, akşamları da sık sık operaya gidermiş.
Mustafa Kemal, yine bir gün aynı pastanede otururken, Türkçeye bizzat tercüme ettiği Fransız şair Leon Montenaeken’ın ‘La vie est bréve ‘adlı şiirini yaveri Salih Bozok’a yazdığı mektuba ekler:
La vie est brève.
Un peu d’espoir,
Un peu de rêve,
Et puis bonsoir.
La vie est vaine.
Un peu d’amour,
Un peu de haine,
Et puis bonjour.
-
Hayat kısa
Azıcık umut
Azıcık rüya
Ve sonra elveda.
Hayat anlamsız
Azıcık aşk
Azıcık nefret
Ve sonra merhaba.
Değerli okurlarım, o sert asker yapısının arkasında okuduğunuz gibi ne kadar güzel duygulara ve hislere sahip bir komutan, bir lider değil mi ?
Mustafa Kemal’in Sofya’da hayatı çok güzel geçiyordu, sürgün hayatındaydı ama, diplomatik misyonların davetleri, ziyafetler, açılışlar, akşam yemeklerindeki konuşmalar Fransızca lisanını iyice geliştiriyordu. O günler için Mustafa Kemal şöyle söylüyordu; ”Memleketim için ne gerekiyorsa, buradan yapmaya çalışıyordum, arkadaşlarımla yazışmayı hiç aksatmadım zaman bizim gelecekteki planladığımız zamanımızı bekliyordu.
Bir gün, Sofya’nın müzikli bir çay bahçesinde birden yanı başıma bir Bulgar köylüsü geldi garson, onunla ilgilenmekten hoşlanmadı köylü: ’Bulgaristan, benim çalışmamla yaşatılıyor, Bulgaristan benim tüfeğimle korunuyor, verin çayımı pastamı, alın parasını’ dedi ve bende o gün köylüden yana çıktım ve kendi kendime dedim ki, ‘İşte ilerde Benim de köylüm böyle olmalı, evet işte
böyle olmalı.’
Onunla o dönemler çok sık beraber oluyorduk, ne zaman çağırsa her seferinde ona giderdim, harika müzik eşliğinde nefis danslar yapardık, ondan çok hoşlanırdım, konuşmalarımızda konu zaman zaman dönüp dolaşıp siyasete gelince de ona ”idealim olan kadın erkek eşitliği ve en önemlisi de kadınların seçme ve seçilme hakkı ve netice olarak kadınların her türlü özgürlüğü olmalı, Dimitrina“ derdim. Dimitrina da “Bu Avrupa’da bile yok ki Mustafa, Türkiye’de ne zaman olur? Çok zor çok zor.” derdi, ama ben de ona bu konuyu her açtığımda aldığım bu cevaba karşı, “Çok yakında, Dimitrina, hem de çok yakında… Ülkemde kadınlar, yeniden kendilerini doğuracaklar, yeniden kendilerini yeni bir hayata geçecekler” derdim.
Evet değerli okurlarım ve sevgili gençler okuduğunuz gibi gencecik bir subayken ülkesi, insanları ve de bilhassa kadınları için o yıllarda dahi Mustafa Kemal, neler neler hayal ediyor ve ne kadar büyük bir inancı var ki, çok geçmeden bu hayallerinin tümünü gerçekleştiriyor.
Bu da bize, “GENÇLER HAYALLERİNİZİN PEŞİNDEN KOŞUN” sözünün ne denli gerçek olduğunu gösteriyor.
Köşemden şu gerçeği bir kez daha tüm Yunanlı üst düzey devlet yetkililere sesleniyorum.
“1453 de Fatih Sultan Mehmet Hanla alınan İstanbul’u, 6.Ekim.1923 de Mustafa Kemal Paşa ile ikinci kez tekrar alarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içine dahil ettik. Bilsinler ki bundan sonra da hiçbir millet ve güç İstanbul’u Türklerin elinden asla ve asla alamayacaktır.
Bilhassa Olimpiyakos’un o münasebetsiz başkanına da ayrıca duyurulur, “Boşuna ümitlenme Evangelos Marinakis, otur oturduğun yerde, zamanında Atatürk’ten yediğiniz tokatı da asla ve asla unutma”
İstanbul’umuzun kurtuluşunu her Türk ve İstanbullu gibi bende yürekten kutluyorum.
Değerli okurlarıma, sağlık ve mutlu günler dileklerimle.