İsmail Özcan - Eğitimci/Yazar
Suriye iç savaşının başladığı 2011’in ilk aylarından bu yana Akdeniz sularında dünyanın ve insanlığın kanıksadığı, o nedenle üzerinde durulmaya değmez bir olay gibi görüp algıladığı bir trajedi sürüp gidiyor. Dünyayı kasıp kavuran Covid-19 salgınına karşı dünya ülkeleri tarafından alınan sıkı tedbirler ve yasaklar dolayısıyla 2020 yılının ilk aylarında ara veren bu trajedi, salgın tedbirlerinin ve yasaklarının kaldırılmasından sonraki haftalarda ve aylarda yeniden sık sık yaşanmaya başladı. Yaz boyunca çok sayıda mülteci teknesi battı ve birçok mülteci Akdeniz sularında son nefeslerini verdiler. 2020 yılının son faciası 10-11 Kasım 2020 tarihlerinde Libya açıklarındaki Akdeniz sularında meydana geldi. İki ayrı faciada 100 kadar mülteci hayatını kaybetti. Bunların içinde her faciada olduğu gibi çok sayıda kadın ve çocuk bulunuyordu. İlgili çevrelerin açıklamalarına göre sadece 2020 yılında 900 mülteci hayatını kaybetmiş bulunmaktadır.
Ne yazık ki 2021 yılının daha ilk ayında yeni bir mülteci faciası yaşandı. BM’nin 20.01.2021 tarihinde duyurduğu ve aynı tarihte birçok TV kanalının yer verdiği habere göre yine Libya açıklarındaki Akdeniz sularında batan bir mülteci teknesinde 43 mülteci hayatını kaybetti. Son on yıldan bu yana Akdeniz sularının yuttuğu çocukların, kadın ve erkeklerin sayısı için 20 binli rakamlar telaffuz edilmektedir.
Acı olan, insanlığı utandırması, vicdanını sızlatması gereken bu trajedi yıllardır sürüp giderken hiçbir devletin, toplumun bir ses, bir itiraz yükseltmemesi; hemen her ülkenin ve her toplumun bu göçmen facialarını normal, doğal olaylar olarak görmenin rahatlığı içine girmiş olmasıdır.
Ülkelerindeki iç savaş nedeniyle ölümü göze alarak Avrupa ülkelerine gitmeye çalışan göçmenler, kimi zaman göçmen kaçakçıları tarafından yarı yolda bırakılıyor, kimi zaman da soğuk hava ve derin sularda koşullara dayanamayarak can veriyor.
2016 yılında Akdeniz’de yaşanan göçmen faciasında Suriyeli üç yaşındaki Aylan bebeğin cesedi, bütün güzelliği, masumluğuyla yüzükoyun bir şekilde Bodrum sahillerinde bulunmuştu da bütün dünyada az çok insanlık damarı taşıyan herkes bundan çok derin bir teessür duymuştu. Ünlü TİME dergisi aynı yıl içinde yayımlanan bir sayısında Aylan Bebeğin Bodrum sahillerinde bulunan cesedinin fotoğrafını, “tüm zamanların en etkili 100 fotoğrafından birisi” olarak göstermişti. Aylan’ın fotoğrafı o kadar etkileyici, o kadar yürek yakıcı idi ki “tüm zamanların en etkili 10 fotoğrafından birisi” olarak bile gösterilebilirdi.
Yine 2016’nın yaz aylarında Ümran Daknes adlı 5 yaşındaki çok güzel, çok sempatik bir çocuk, Halep’te muhalifler ve Esad yanlısı güçlerin çatışması sırasında Esad’ın uçakları tarafından bombalanan bir binanın enkazından kan revan içinde çıkarılmıştı. Ümran’ın, yaralı başından akıp bütün yüzüne yayılmış olan kanları sildiği eline baktığı sıradaki masum ve şaşkınlık içindeki hali, TV’leri başında olayı izleyenleri kahretmişti. Ümran bebek, sürmekte olan kör savaştan hayatta kalma şansı yakalayan sayısız diğer çocuklar gibi bütün ömrünce travma psikolojisiyle yaşamaya mahkûm olacaktı. Suriye iç savaşının izleyenleri şoke edici karelerinden biri de buydu. Bu iki kare; çocukların sebebi ve öznesi olmadıkları savaşların, çatışmaların, yıkımların nasıl kurbanı olduklarının bütün zamanlar için hiç unutulmayacak simgelerini oluşturuyorlardı.
Akdeniz sularında yıllardır devam eden göçmen trajedisine çözüm üretmekle en başta görevli olan Birleşmiş Milletler ise olanı biteni sadece seyretmekle yetiniyor. Bütün dünyanın gözü önünde cereyan eden bu trajediyi BM’nin sadece seyretmesi, hiçbir çözüm üretememesi; bütün ümitlerin tükendiğinin, dibe vurmuş çaresizliğin resmidir. Bu; çocuklarıyla, kadınlarıyla, hastaları, yaşlılarıyla bütün mazlum insanların güveneceği bir merciin, tutunacağı bir dalın bu dünyada kalmamış olması demektir. Hırslı ve sorumsuz devlet adamlarının, bencil liderlerin, zalim ve katil terör örgütlerinin sebep olduğu savaşlardan, iç savaşlardan, öncelikle çocukları bile kurtaramayan BM’nin varlığı ve rolü işte bu yüzden son yıllarda ilk defa olarak ciddi şekilde tartışılır hale gelmiştir.
Başta çaresiz mültecileri iliklerine kadar sömürmenin hırsı içindeki kırık dökük teknelerin, yıpranmış botların sahipleri ve onların kullandığı adamlar, sonra uygarlığı temsil iddiasındaki Avrupa ve tüm insanlık Akdeniz’in tuzlu sularında son nefeslerini veren çocuk, kadın, yaşlı, erkek tüm kader kurbanlarının trajedisinden birinci derecede sorumludurlar.