Kalp atışınızı normalden daha fazla ve hızlı bir şekilde hissediyorsanız kalp çarpıntınız olabilir. Kalp çarpıntısı kalbimde bir sorun mu var sorusunu akıllara getirir.
Çarpıntı, kalp atışınızın normalden daha hızlı veya rahatsızlık verici bir şekilde hissedilmesidir.
Kalp hızının üst sınır olan 100’den 140 üstü değerlere çıkması olarak görülen kalp çarpıntısında (taşikardi) en kısa zamanda uzman doktora başvurmalısınız.
Neden olur?
Kalp hızının 140 üstü değerlere çıkması olarak görülen kalp çarpıntısının nedenlerinin doğru tespiti için EKO testi, tiroit testlerinin yapılması ve kan testleriyle kansızlık olup olmadığının araştırılması gerekir. Bu testlerle kalp çarpıntısının heyecan, stres, hızlı koşma ya da aşırı kafein tüketimi kaynaklı fizyolojik (sinüs taşikardi) ya da kalp ritim bozukluğu (aritmik taşikardi) olup olmadığını anlaşılabilir.
Sanılanın aksine, her çarpıntının nedeni kalpteki bir sorundan kaynaklanmıyor. Kalbimiz hızlı çarparak aslında vücudumuz için bize sinyal göndermeye çalışıyor. Bu nedenle
Kış mevsiminin öncüsü sonbaharın biteceği şu günlerde, hava sıcaklıkları bir gün yüksek, mevsim normallerinin üzerinde, bir gün daha düşük seyretmekte, hatta gece ile gündüz arasındaki ısı farklılıkları çok belirginleşmektedir. Bu duruma vücudumuzun ayak uydurması, adaptasyonu her zaman kolay olmamakta ve savunma sistemimiz zayıflamaktadır. Özellikle çocuklar, yaşlılar, astım gibi kronik akciğer hastalıkları olanlar, sigara kullananlar, Tip 1 ve Tip 2 diyabetliler ile gebelerde vücudun savunma sistemi değişikliklere daha duyarlıdır. Bu kişiler, dikkat etmezse hastalıklara daha kolay yakalanmaktadırlar.
Hastalıklardan korunmak için neler yapabiliriz?
Vücudumuzun günlük vitamin ve mineral ihtiyacını karşılayacak, kişiye özel doğru bir beslenme programı oluşturulmalıdır. Bunu sağlayacak çeşitli sebze, meyve, tahıllar, kuru baklagiller, et, süt, süt ürünleri ve yumurta gibi besinler düzenli olarak tüketilmelidir.
C vitamini (askorbik asit): Bağışıklık sistemi için önemlidir. Taze sebze ve meyvelerde yüksek oranda
Kalp krizi dünyada ölüm nedenleri arasında hâlâ ilk sırada yer almaktadır. Stresli yaşam, büyük şehirlerdeki ağır hayat koşullarının yanı sıra, kalıtım, kötü alışkanlıklar (beslenme, sigara, vs.), şeker hastalığı, yüksek tansiyon, aşırı kilo, yüksek kolesterol ve hareketsiz yaşam da kalp krizine zemin hazırlamaktadır.
Nedir, nasıl gelişir?
Kalp krizi, ‘miyokart enfarktüsü’ olarak adlandırılır. Eğer koroner arter aniden tıkanırsa, kalbin o bölgesine kan akımı tamamen kesilir. Bu durumda bir miktar kalp kası kalıcı olarak zarara uğrar. Bu durum çoğunlukla geçmeyip, uzun süre devam eden göğüs ağrısıyla birlikte olur ve miyokart enfarktüsü veya kalp krizi olarak adlandırılır.
Kalp krizi, damar sertliğinin koroner kalp damarlarını tutması sonucu ortaya çıkar. Vücuda kan pompalayan kalbin kan beslenmesi, koroner kalp damarlarının taşıdığı kanla gerçekleşir. Koroner kalp damarlarında zaman içinde biriken yağlar, damar duvarında plaklar oluşturur. Bu plaklar damar boşluğunda yer tutarak kan akımını yavaşlatır ve bir
Kolon ve rektum, sindirim sisteminin kalın bağırsak denen kısmını oluşturur. Son 20 cm’lik kısmı rektum, buradan ince bağırsaklara kadar olan kısmı ise kolon olarak adlandırılır. Toplam yaklaşık 1.5 m uzunluğundadır. Kolonun rektumla birleştiği yer sigmoid kolondur. Kolonun ince bağırsakla birleştiği yere çekum adı verilir. Kısmen sindirilmiş gıdalar ince bağırsaktan kolona gelir. Kolon su ve mineralleri besinden ayırır, geri kalanı anüsten atılmak üzere depolar.
Kolondan başlayan kansere kolon kanseri, rektumdan başlayan kansere rektal kanser denir. Kolon ve rektum kanserleri bu organların iç yüzeyini örten tabakayı oluşturan hücrelerden gelişir. En sık 50 yaşından sonra gözlenmektedir. Ortalama görülme yaşı 60’tır. Kadın-erkek arasında görüme sıklığı açısından pek bir fark yoktur.
Risk faktörleri
Kolorektal kanserin kesin sebebi bilinmemektedir. Kolorektal kanser için bazı risk faktörleri vardır:
Yaş: Kolorektal kanser genelde yaşlılarda görülür.
Polipler: Polip iyi huylu bir tümördür. Kolon veya rektumun iç duvarından kaynaklanırlar. 50 yaşın
Akciğer kanseri, yapısal olarak normal akciğer dokusundan olan hücrelerin ihtiyaç ve kontrol dışı çoğalarak akciğer içinde bir kitle (tümör) oluşturmasıdır. Burada oluşan kitle öncelikle bulunduğu ortamda büyür, daha ileriki aşamalarda ise çevre dokulara veya dolaşım yoluyla uzak oranlara yayılarak (karaciğer, kemik, beyin, vb. gibi) hasara yol açarlar. Bu yayılmaya metastaz adı verilir.
Küçük hücreli dışı akciğer kanseri
Tüm akciğer kanserlerinin %75’ini oluşturur. Yassı epitel hücreli, büyük hücreli ve adeno kanser olarak üç gruptan oluşur.
Küçük hücreli akciğer kanseri
Daha nadir görülen bu tür oldukça hızlı seyirlidir ve tanı konduğu zaman çoğunlukla vücudun başka bölümlerine yayılmış olarak karşımıza çıkar.
Risk faktörleri nelerdir?
Sigara: Akciğerde kanserin oluşumu tek bir sebebe bağlanmaz. Çeşitli faktörler akciğer kanser oluşumunda rol oynayabilir. Araştırmalar, akciğer kanserlerinin yaklaşık %87’sinin sigara kullanımı ve tütün dumanındaki
Koronavirüs sürecinin başlangıcından itibaren pek çok insanın virüse yakalanma endişesiyle sağlık sorunlarını ertelediği gözlemleniyor. Evde kalarak virüsten korunma düşüncesiyle tedavisi geciktirilen bu problemler arasında, prostat kanseri gibi hayati tehlikeye neden olan hastalıklar da bulunuyor.
Yeni tip koronavirüs Kovid-19’un dünya genelinde pandemi ilan edilmesiyle birlikte ülkemizde de sağlık alanında acil olmayan birçok tedavi ve ameliyat ertelendi.
Rutin tarama programları bu dönemde geçici olarak durduruldu. Hastaneye gelmesi zorunlu olmayan hastaların sağlık ihtiyaçları için de e-doktor uygulamaları daha fazla kullanılmaya başlandı. Bu tablo içerisinde idrar yapmakta sıkıntı yaşayan birçok hasta virüs endişesiyle doktora başvurmayı erteledi. Ancak unutulmamalıdır ki prostat kanseri, tedavisi geciktirilecek bir hastalık değildir ve zamanla yarış hayat kalitesi ile süresi açısından çok önemlidir.
Prostat kanseri, erkeklerde akciğer kanserinden sonra en çok teşhis edilen habis tümör türüdür. Genelde 50 yaş
Sindirim sistemi kanaması, nedeni ne olursa olsun, ciddiyetle değerlendirilmesi gereken klinik bir tablodur. Sebebine yönelik değerlendirmeye geçmeden hastanın genel durumu düzeltilmeli, aktif kanama durdurulmalı ve tekrarından korunmalıdır.
- Sindirim sistemi kanamaları beş şekilde ortaya çıkar:
1- Hematemez (kanlı kusma) kırmızı veya kahverengi olabilir.
2- Melena (dışkının siyah gelmesi) parlak, yapışkan, siyah ve kötü kokuludur.
3- Hematoşeziya (makattan kırmızı kan gelmesi) dışkıyla karışık veya ayrı olabilir.
4-Dışkıda gizli kan, kimyasal reaksiyonla ortaya çıkarılabilir.
5- Belirgin bir bulgu olmaksızın, hastanın baş dönmesi, solunum güçlüğü, göğüs ağrısı veya tansiyon düşüklüğü gibi bulgularla gelmesi.
Dışkıda kan, belirgin ya da gizlidir. Belirgin kan, kişinin dışkının üzerinde kırmızı renkli kan görmesidir, buna ‘hematoşezi’ veya ‘kanlı dışkılama’ adı verilir. Mide ve onikiparmak bağırsağından olan yavaş kanamalarda, mide asidiyle kanın birleşmesi sonucunda kırmızı renkli yerine siyah veya katran renginde çok kötü kokulu bir dışkı g
Yaşlanma sadece kadınlarda değil, erkeklerde de ciddi değişimlere neden oluyor. Eşiniz ya da babanızda aşırı terleme, sıcak basma, sürekli halsizlik, yorgunluk gibi menopozda görülen şikâyetleri görmeye başladıysanız yaşlanan adam sendromu olarak da bilinen andropoz dönemiyle karşı karşıya kalmış olabilirsiniz.
Yaşın ilerlemesiyle beraber erkeklik hormonu olan testosteronun kandaki seviyesinin azalması ve buna bağlı olarak ortaya çıkan şikâyetlerin oluşturduğu duruma andropoz ya da yaşlanan adam sendromu denir. Andropozda kadınlarda görülen menopoza benzer şikâyetler görülür. Çünkü bu dönemde aynı kadınlarda olduğu gibi erkeklerde de hormon seviyelerinde değişiklikler görülmeye başlar. Her erkek 40’lı yaşlardan sonra 10 yılda bir, kanında bulunan testosteronun %10’unu, 50 yaşından sonra ise %25’ini kaybeder. Kesin bir yaş sınırı olmasa da 50 yaşından sonra tüm erkeklerin ürolojik olarak takibe alınmaları gerekir. Bu takip, erkek sağlığı için önemli olan prostat hastalıkları ve yaşlanan adam sendromunun erken tanısı için önem