İyodu vücudumuz üretmediği için dışarıdan alırız. Bu nedenle besinlerle aldığımız iyot eksikse ya da bulunduğumuz bölgedeki toprak iyot açısından fakirse bizde de iyot eksikliği olabilir. Hamilelerde bebeğin gelişimi için de bir miktarı kullanıldığından iyot ihtiyacı artar. Ayrıca lahana, karnabahar, Brüksel lahanası, şalgam, turp gibi sebzeler de tiroit bezine iyodun taşınmasını engelleyen izotiyosiyanatları içerir. Sigara dumanındaki tiyosiyanat da benzer şekilde tiroit fonksiyonunu bozar. Bu maddeler tiroit hormonu üretimini engeller, tiroit bezinin ve nodüllerin de büyümesine yol açar. Çay, kahvedeki kafein kandaki kortizol düzeyini bozar. Şekerli yiyecek ve içecekler de insülin düzeyini bozar. Kortizol ve insülin artışı da tiroit fonksiyonunu olumsuz yönde etkiler. Ayrıca veganlarda ve vejetaryen beslenenlerde de iyot eksikliği görülür. Ülkemizin suyu ve toprağında iyot az miktarda olduğu için dağlık Karadeniz bölgesi ağırlıklı olmak üzere hemen her yöresinde iyot eksikliği gözlenir. İyot eksikliğinin yol
Mutlu olmak beyinde gerçekleşen bir olaydır. İnsan aklı, olayları yorumlama yeteneği bunda çok rol oynar. İnsan üzüntü ve sıkıntı verebilecek konularla baş edebilmesini sağlayabildiği gibi tam tersi bu konuları büyük dertlermiş gibi içinden çıkılamaz bir sorun haline de getirebilir. Kişinin ruhsal durumu, karakteri, kültür ve yetiştiriliş tarzı, eğitimi, alışkanlıkları, çevresi, ailesi, arkadaşları, işi ve uğraşıları mutlu olabilmesi üzerinde çok etkilidir. Mutluluğun beyinde gerçekleştiğine dair bir diğer kanıt da insanda mutluluk hissi yaratan bazı maddelerin beyinde salınmasıdır. Bunlar, seratonin, endorfin ve dopamindir.
Serotonin
Serotonin insana mutluluk, canlılık ve zindelik hissi veren bir nörotransmitter yani sinir hücreleri arasında elektrik sinyallerini taşımakla görevli bir maddedir. Serotonin ruh halini, uykuyu, iştahı, öğrenmeyi, hafızayı, cinsel ve sosyal davranışları düzenlemede etkilidir. Eksikliği depresyona, sinirli ve huzursuz bir ruh haline sebep olabilir. Depresyondaki hastalarda kandaki serotonin düzeyi
Geçen haftaki yazımda magnezyum mineralinin özellikle stresteki öneminden ve eksikliğinde nelere yol açabildiğinden bahsettim. Gelin magnezyumun marifetlerini bir hatırlayalım. Günde her 100 mg.’lık magnezyumun alımındaki artışın, tip 2 diyabet gelişim riskini yüzde 15 gibi ciddi bir oranla düşürdüğü çalışmalarda gösterilmiştir. Magnezyum insülin duyarlılığında iyileşmeye katkıda bulunuyor. İnsülin ve stres hormon düzeylerinin azalmasına yol açıyor. Magnezyum aynı zamanda migrene bağlı baş ağrılarını hafifletiyor. Premenstrüel sendrom dediğimiz adet öncesi şikayetleri azaltıyor. Egzersiz esnasında kaslarda biriken ve kas ağrısına yol açan laktik asidin atılımına yardımcı oluyor. Günlük 350 mg. alındığında, antidepresan ilaç etkisi göstererek, depresyon belirtilerini hafifletiyor. Kemik ve kas sağlığına katkısı oluyor.
Hangi besinlerde var?
Çikolatayı sevenler buna sevinecek çünkü bitter çikolata çok iyi bir magnezyum kaynağıdır. Yüz gramlık bir bitter çikolata 327 gram magnezyum içerir.
Magnezyum, vücudumuzda birçok işe yarayan önemli bir mineraldir. Faydaları saymakla bitmiyor. Ben özellikle strese iyi gelmesinden biraz bahsetmek istiyorum. Çünkü günlük yaşantımızda yaşa başa bakmadan hepimizin ayrı stresi, derdi var buna bir de yaşadığımız deprem felaketi eklendi. Hepimizin sinirlerinin, moralinin sağlam olmasına ihtiyacı var, bunun için de her türlü desteğe ihtiyacı var. İşte bu çorbada bir tuzu olan magnezyumu da unutmamak gerekiyor.
Magnezyum insan vücudunda üretilemiyor. Bu nedenle dışarıdan gıdalarla ya da takviye ile alınması gerekiyor. Ağızdan alınan magnezyum ince bağırsaktan emilip böbrek yoluyla idrarla atılıyor.
Magnezyum vücutta protein yapımında, DNA ve RNA oluşumunu sağlama ve korumada, yiyeceklerin enerjiye dönüştürülmesinde, beynimizde mesajları ileten taşıyıcıların işleyişinde, kas ve sinir hücrelerinin doğru bir şekilde çalışmasında önemli rol oynar. Kas gevşemesine yardımcı olur. Kan şekerinin kontrol altında kalması ve tansiyonun düzenlenmesi dahil olmak üzere vücutta birçok biyokimyasal
Depremin yarattığı üzüntü ve tedirginlik hepimizin uykusunu bozdu. Özellikle de bu depremin ilki sabaha karşı olduğu için bir de uykuda yakalanma korkusu var. Aman telefonum başucumda olsun, şarjını tamamlayıp yatayım, üzerimde kalın eşofman olsun, deprem çantam yanımda olsun diyenlerimiz hatta yanında damacana suyla ve boynunda düdükle uyumayı düşünenlerimiz bile var. Bu korkuyu belki de biraz yumuşatmak adına şakayla karışık değişik fikirler elbette ki doğabiliyor. Hastanede beraber çalıştığım bir arkadaşım yüksek katta oturduğu için nasıl kaçarım diye kara kara düşünürken bir fikir üretip yanında paraşütle uyumayı düşündüğünü söyledi. Deprem olunca paraşütle camdan atlayacakmış Bu son söylediğim muhabbetten sonra o içimiz kan ağlayan halimizle bile hep beraber bayağı gülmüştük.
Şaka bir yana deprem olduğu zaman ne yaparım düşüncesi bile hepimiz için çok ürkütücü. O anda soğukkanlı bir şekilde hareket etmek bile belki çok zor olacak. Kim bilir bu depremi bizzat
Depremin yıktığı sadece binalar olmadı kaybolan hayatlar her birimizin ama özellikle de yakınlarının içine kolay kolay sönmeyecek bir kor bıraktı. Ne hayaller söndü, gelecek planları suya düştü.
Deprem sonrasında ise kum yığını görüntüsüne dönmüş bina enkazlarının yanında sapasağlam duran binaları da gördük. Kiremitten yapılmış kolonları, içinden deniz kabuklarını ayıkladığımız, deniz kumundan yapılmış ve yıkılmış duvarları gördük. Benim bildiğim çocukken deniz kenarında oynadığımızda oyuncak kovamıza doldurduğumuz kumla kaleler yapardık. Sonra bu kale en ufak dokunuşta yıkılırdı. Ama kimseye bir şey olmazdı. Hemen yenisini yapardık. Ama depremde yıkılan bu kumdan duvarlar kim bilir kaç çocuğu, annesini, babasını, akrabasını içine gömdü. Üstelik bu deniz kumu içerdiği tuzlu su nedeniyle duvarda zaten olması gerekenden daha eksik olan demirleri de korozyana uğratıp eritiyor.
Deprem sonrası görüntülerde korku filmi gibi izlediğimiz yıkılan binaları gördükçe hepimiz önce oturduğumuz bina olmak üzere, iş
Hepimiz çok üzgünüz. İçimizden bu depremi bizzat yaşayanlar, enkazda yakınlarını kaybedenler çok daha fazla etkilendi ve daha da üzgün. Deprem sonrası bölgede bulunarak enkazdan yaralı ya da ölenleri çıkaranlar, yardım amacıyla gidip felaketin boyutunu kendi gözleriyle görerek yaşayanlar da ayrı üzgün. Hepimiz bu büyük felaketi değişik derecelerde hissettik ve bu hissi de ömrümüz boyunca hiç unutmayacağız. Elbette bu stresin insanın ruh sağlığında bıraktığı iz de hiç hafife alınmayacak kadar büyük. Zaten işte bu duyguları taşımak canlıyı insan yapıyor. Ancak aynı zamanda da insanın aklı, mantığı, muhakeme kabiliyeti var. Belirli bir yaşa geldiğimizde hayatın tozpembe olmadığını, acının da, mutsuz olayların da var olduğunu maalesef görerek, yaşayarak anlıyoruz. Kabullenerek önümüze bakmak, hayata devam etmek gerekiyor bazen. Olanla ölene çare yok. Bizim üzerimize düşen yaşadıklarımızdan, gördüklerimizden ders almak, hangi tedbirleri alacağımızı iyi öğrenmek. Acımızı, yasımızı gerektiği gibi
Ülkemizde başımıza gelen bu deprem felaketi yüzünden hepimiz çok üzgünüz. Dünyada da bu haberi duyan ve insan olan herkes çok üzüldü. Çünkü böylesine bir acıyı görüp de üzülmeyen, etkilenmeyenin insan olduğundan şüphe etmek gerek. Depremde hayatını yitirenlere rahmet, geride kalan yakınlarına sabır, yaralılarımıza şifa dilerim. Hissettiğimiz duyguları tarif etmede kelimeler yetersiz kalıyor. Büyük bir kâbus gibi olan bu günler geçecek ancak hepimizde derin bir iz bırakacak.
Birçoğumuz 1999 yılındaki depremi de yaşadı. 17 Ağustos’ta hastanede nöbetçiydim. Deprem esnasında yoğun bakımdaki hastalardan bilinci yerinde olanların neredeyse hepsinin kalp ritminde anormallikler olmuştu. Hastaların bağlı olduğu monitörlerin alarmları ritmi bozuk orkestra gibi aynı Banda çalmaya başlamıştı. Yoğun bakım ekibi olarak kısa sürede ortamı toparlamıştık ancak sarsıntı anında yaşadığımız korkuyu dün gibi hatırlıyorum. Hemen sonrasında Ataköy’de 8. katta oturan ailemi aradım. Ağabeyimle konuşana kadar