Türkiye tarihinin belki de en zor günlerini yaşıyor.
Başbakan’ın dediği gibi, “3 ayda başımıza gelmeyen kalmadı.”
Ordumuz savaşta.
Suriye’de “Fırat Kalkanı” harekâtı var.
1.5 ay oldu.
Şehitlerimiz geliyor.
Suriye’de El Bab’a doğru, aşağıya doğru indikçe bunlar artabilir.
Yurdun içinde isyan var, darbe var, işgal var, terör var.
Özellikle Güneydoğu “kan gölü” sayılır.
PKK teröristleri yurdun başka bölgelerine sarkmak istiyor.
Karadeniz bölgemiz hedefte.
İntihar saldırıları, suikastlar ve yakmalar, yıkmalar, kazmalar gırla gidiyor.
İnsanımız toplu yerlerde bulunmaya korkuyor.
Bunlar yetmezmiş gibi bir de söylenti çıktı.
TV’lerde bile tartışılıyor.
İngiltere bazı Kürt aşiret reislerine Türkiye’ye isyan etsinler, hep beraber ayaklansınlar diye para veriyor.
İnsanın buna inanası gelmiyor ama...
***
Bu kadar kargaşa yetmezmiş gibi bir de ihtilal kalkışması yaşadık, darbe yaşadık.
FETÖ’nün önayak olduğu, 40 yıldır hazırlandığı bir ihtilal teşebbüsü, içinde öldürmelerde, suikastlarda, bombalamalarda olan bir teşebbüs.
Halkımızın uyanıklığı sayesinde başarılı olamayan bir kalkışma.
Ama şehitlerimiz var.
Hem de kendi silahlarımızla.
Ve hiç rastlanmayan, rastlanamayacak bir olay.
Milli iradenin anıtı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bombalanması.
Bu yalnız Türkiye tarihine değil, dünya tarihine girebilir.
Hem de bombalayan kendi uçağın olursa...
Şimdi bu kalkışma yetmezmiş gibi, ikincisinin geleceğinden söz edip, halkımızı tedirgin edenler de var.
***
Dış dünya ekonomimizi çökmüş durumda gösteriyor.
Yani Türkiye’de olanlara “tuz biber ekiyor.”
Onlara topyekûn cevabımız yok mu?
***
Evet amiyane tabiriyle “pişmiş tavuğun başına gelmedi” derler ya.
İşte Türkiye’nin başına gelenler de öyle oldu.
Yani özetle:
İhtilal, terör, suikast, isyan, hepsi aynı anda bizde...
***
Bu çıkmazdan, 79 milyonu, 776 bin kilometrekareyi çekip çıkartacak olan politikacılardan başkası olamaz.
Türk siyasiler, politikacılar, siyasi partiler.
Onlar adeta bir “mütareke” ilan etmeliler.
Boş konuşmaları, eski münakaşaları, konu icat etmeyi, geçmiş tartışmaları, gündem değiştirme çabasını bir yana bırakıp Türkiye’yi normalleştirmeliler.
Elbirliği yapmalılar.
Onların görevi bu.
79 milyona ihanet edenleri elbirliği ile saptamalılar.
Geçici de olsa bir araya gelmeliler.
Bu günleri elbirliği ile Türkiye’ye, Türk halkına atlattırmalılar.
Yoksa tarih onlardan iyi bahsetmeyecek.
ŞUNDAN BUNDAN
SON SES | Ölüm ilanları
“Ölümün ilanı, son ses”
Hakan Tartan’ın yeni kitabının ismi.
Hakan Milliyet’ten arkadaşımız. Sonra siyasete atıldı. Milletvekili, bakan oldu. Belediye başkanlığı yaptı.
Ve bu kitabı da ilginç. Ölüm ilanlarından söz ediyor.
Her ne kadar Robert Lanza yeni kitabında “Hayat ölümle bitmiyor” diyorsa da...
Ve devam ediyor: “Beden ölse de bilinç başka bir boyutta sonsuzluğa kadar devam ediyor. Yani ölüm kesinlikle bir son değil.”
Öyleyse ona sorulabilir, yani ölüm ilanı da fuzuli değil mi? Çünkü ölen yok. Ölüm yok...
Uzattık.
Bu münakaşaları uzmanlarına bırakalım ve biz Hakan Tartan’ın bana hatırlattığı konuya gelelim.
Ölüm ilanları.
Gazetelere bakıyorum.
Bu ilanlar çeşit çeşit. Boy boy. Ama yıllardır benim yakıştıramadığım gazetecilerin ölüm ilanları.
Bu ilanlar gazetecinin ve gazeteye veriliyor.
Ama küçücük.
Daha büyük olamaz mı?
Bence olabilir ve olmalıdır.
Düşünün bakalım...
BİZİMKİ | Bu şehrin liseleri
Bizim öğrencilik yıllarımızda İstanbul’da liseler birkaç taneydi.
Ben ortaokulu ve liseyi Pertevniyal’de okumuş ve oradan mezun olmuştum.
Zaten oturduğumuz yer de doğduğumuz yerdi, yani Aksaray’dı. O zaman Aksaray, Fatih orta sınıfın yerleştiği semtlerdi.
İstanbul’da lise deyince akla gelen Pertevniyal, Vefa, İstanbul, Kabataş, Haydarpaşa liseleri idi. Galatasaray da vardı diyenleri duyar gibiyim.
Evet, o da vardı.
Bu liseler üniversiteye öğrencilerini sokma yarışında idi.
Hiç unutmam, Teknik Üniversite’ye giremeyen bir arkadaşımız Fatih Camii’nin minaresinden atlayarak hayatına son vermişti.
O günlerin acı ve tatlı anıları kaç yıl geçerse geçsin unutulabilir mi?
Bunları bana Pertevniyal’in daveti hatırlattı.
Geleneksel pilav günü 30 Ekim Pazar günü saat 12’de okuldaymış.
50-60 yıl önceyi hatırlamak, yeniden yaşamak için iyi bir fırsat değil mi?