AYNI hafta içinde üst üste iki bakanı yakından izledim.
Önce Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan...
İhracatın yeniden nasıl hareketlendiğini uzun uzun anlattı. Sevindirici haberler verdi.
İhracatta derin daralmanın ardından 101 milyar dolarlık hedefi yakalamak Bakan Çağlayan’ı epey memmun etmişti.
Doğrudur, sevindirici ama yakın geçmişi düşünmezsen!
Dış ticarete dayalı büyüme modeliyle büyüyen Türkiye zaten 2008’de ihracatta 135 milyar dolardan 100 milyar doların altına inmişti.
“İki yıl önce bıraktığımız rakamlara yeniden ne zaman kavuşuruz” diye sormak geldi içimden ama Bakan o kadar mutluydu ki, soramadık.
Ardından Sanayi Bakanı’nın İzmir turu yaşandı. Bu Bakanımızı da dinlerken aynı tanıdık duyguydu, içimi kaplayan.
Bir abartı, gerçeklerden uzak kalma, bir başka dünya çizme kaygısı.
Yine her şey yolundaydı, kapasiteler artıyordu, geleceğin umut veren ülkesiydik.
Sıkıntı yok, sorunu ortaya koyma yok, çözüm yok.
‘Politik doğruluk’ dediğimiz kaygı hiç mi hissedilmezdi? En hafifiyle, hangi çözümlerin peşinde koşulduğunu anlatmak bile sorunları anımsattığı için artık alınamayacak politik bir risk midir?
* * *
Reel sektör; esnaf, tüccar ve sanayi kesimi bugün vergi yükü altında bunalıyor ya da vergisini ödeyemediği için ağır bir sarmalın içine giriyor. Üstelik koşullar eskisi gibi değil.
Demokles Maliye’nin kılıcı artık her yerden sallanıyor. Özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler, esnaf eskisinden zor durumda. İşsizliğin bu kadar yüksek olduğu, ortalama alım gücünün düştüğü ülkede iç pazar kolay kımıldamıyor.
İşte bu ortamda vergi ve SGK borçlarının yeniden yapılandırılması dile getiriliyor. Global kriz nedeniyle yalnızca zor duruma düşmüş vergi mükelleflerine uygulanan taksitlendirilmenin tüm borçlular için uygulanması talep ediliyor.
Sanayi Bakanı bu konunun üzerinde durmuyor bile.
Oysa İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş toplantıda açıkça dile getirdi. “Ödenmeyen birikmiş ÖTV, KDV, SSK borçları 60 ay vade ve en çok yüzde 1 aylık faizle yeniden yeniden yapılandırılsın o zaman daha kolay tahsil edersiniz” diye altını çizdi.
Ama tüm bu kesimlerden sorumlu Bakanımız bu konuya değinmiyor.
Bugün ülkede üretimin gövdesi olan bu kesimlerin ödenmemiş borçları için devlet aylık 1.95 gecikme faizi alıyor. Yıllık 23,4 eder ki, Türkiye’de uygulanan en yüksek faiz yüzde 19’lar civarında.
Devlet bu faizi acımasızca uygulamaktan çekinmiyor.
* * *
İzmir’de de, 2009 yılında tahakkuk 19 milyar 751 milyon, tahsilat ise 17 milyar 588 milyon lira oldu. Yaklaşık 2 milyar TL’lik bir kayıp var. Yine de iyi rakam ve bu rakamın elde edilmesinde, İzmirliler’in vergi borcuna sadakati ile İzmir Vergi Dairesi’nin anlayışlı yaklaşımı etkili. Ancak bir yandan dolaylı vergiler, öte yandan ağır vergi yükü bugün özellikle esnaf ve tüccarı kıpırdayamaz hale getirdi.
Neyse ki İzmirliler işin peşini bırakacak gibi değil ve İzmir bu konuda Ankara’ya isyan ediyor.
Cuma günü İTO, EBSO ve Esnaf Birliği, “Vergi İdaresi İşalemi Platformu”nda faizlerin düşürülmesi ve yeniden taksitlendirme çağırısını dile getirecek.
Ege Bölgesi Sanayi Odası’nda gerçekleştirilecek toplantıda iç piyasanın durumu sanayici, tüccar ve esnafın sıkıntısı ortaya konularak, sesler biraz daha yükseltilecek.
Ergenekon süreciyle uğraşan Ankara, İzmirli esnafın, sanayicinin, tüccarın “İmdatkon” sesini duyar mı, elbette meçhul.
Ama bu yıl vergi haftası, alışıldık kutlamaların yanında bir “vergi isyanı”na sahne olacak.
Baykal’ın güven sorunu
Öyle bir noktaya geldik ki, ‘hürriyet ateşinin yandığı’ her mücadele en az diğeri kadar tepeden inmeci yaklaşımlarla son buluyor. İktidar ya da muhalefet, sonuçta gücün kontrolünde tablo değişmiyor.
CHP en önemli kalesi İzmir’de bile alışkın olduğumuz bir sahne yaşattı.
‘Demokratik süreci işleteceğiz’ denildi, delegeler arasında birbirini yiyen, “dalgalı, kavgalı şalgamlı“ ortamlar yaşatıldı, hatalarına rağmen kimsenin başına gelmesini istemeyeceğimiz bir entrikayla il başkanı arkadan vuruldu. Yetmedi, örgütün üstünde saygınlığı tartışılmaz ama yaşı tartışılır bir büyükbabaya görev verildi.
O zaman İzmir tüm bu delege seçimlerini neden yaptı?
Belki de yalnızca dine dayalı düzenin “kul”ları yok, anlayalım diye kafamıza çakıyorlar ama nafile.
Tabii bir de şu yanıyla bakmak gerekiyor; bu kadar tiyatro yaşanmasına rağmen Baykal’ın İzmir’de güven duyabileceği isim yok.
Zaten kimi atarsa atasın kendisine itaat edeceğini bilse de demek ki gerçek güven duygusu kolay yaratılamıyor. Genel seçimlere neredeyse bir yıl kala, sağlam bir isim deyince Baykal’ın aklına yine ve ancak Ekrem Ağabey geliyor.
Yaşanmakta olan süreç, İzmir’de kendini Baykal’a yakın gören herkesi bir kez daha düşündürmeli.