Yaklaşık 100 yıl önce kurulan TEKEL İzmir Sigara Fabrikası, yıllar boyu aileleriyle birlikte onbinlerce insanın geçim kaynağı oldu. Ege bir tütün bölgesiydi ve İzmir’in yeri sigara fabrikasıyla birlikte TEKEL için merkezdi.
Çok sular aktı. Akan sular TEKEL çalışanlarını bugün soğukta, karda kışta büyük bir hak mücadelesiyle karşı karşıya bıraktı.
Onların mücadeleleri, öncelikle özelleştirmede yapılan hatalara karşı direniş olarak görümeli.
Özelleştirme yapan diğer ülkeler, kurulu tesislerin yaşatılmasını, verimliliklerinin artırılmasını, istihdamın korunmasını değişmez şart olarak ortaya koyarlar. O ülkelerde özelleştirme sonunda sokağa atılan, hakları tırpanlanan işçi yoktur.
Biz de “yeter ki satalım” yaklaşımı işçiyi bazen son madde yapar, bazen bir hiç.
* * *
Gelelim İzmir’e...
İzmir’de TEKEL Tütün İşletmeleri’ne ait, Özelleştirme İdaresi bünyesinde yer alan beş tütün işleme tesisi var. Daha doğrusu vardı. Kemalpaşa, Menderes, Yazıbaşı ve Tuzla olmak üzere dördünün kapılarına 29 Ocak 2010 itibariyle kilit vuruldu. Sadece Çiğli Balatçık’ta tek tesis bırakıldı. Kapanan tesislerde bin altı kişinin iş akti fesh edilirken, Balatçık’ta 722 işçi depolardaki tütünün işlemesi için bırakıldı.
Çalışanlar art arda dört tesise, içleri kan ağlayarak kilit vurdu.
Kalan 722 kişinin hangi tarihe kadar çalışacağı meçhul.
Türkiye’deki tüm tesislerin kapatılarak İzmir ve Diyarbakır’ın bırakılabileceği söyleniyor. Ancak o da depolardaki tütün bitinceye kadar. Merkezi İzmir’de bulunan Türkiye Tütün Ekpserleri Derneği’nden, kentteki depolarda halen 30-35 milyon kilo tütün bulunurken, bu rakamın 45 milyon kiloya ulaşabileceğini öğrendik.
* * *
Dernek Başkanı Oktay Çelik kendisi de bir Tekel çalışanı. O memur olduğu için doğrudan özlük hakları kaybolmadan başka bir kamu kurumuna geçecek. Ancak Başkan, işçilerin sonuna kadar arkasında olduğunu söylüyor, 4C’nin herşeyden önce insan onuruna yakışmadığını belirtiyor. “TEKEL’i bu hale biz getirmedik ki, bedelini çalışanlar sokakta kalarak ödesin” diyor.
Çelik, gelen talimat doğrultusunda içleri kan ağlarak tesislerin kapısına kilit vurduklarını anlattı.
İş akitleri devam eden 722 işçi de diğer arkadaşlarının arkasındalar. “Aynı sonu birkaç ay sonra nasılsa biz de yaşayacağız” diyen işçiler, “TEKEL yıllardır kamuda vergi şampiyonu olurken, bizi övenler şimdi nerede” diye soruyorlar.
* * *
Devlet tütünden çekilmeliydi, diyelim ki tamam. Bunun yolu, devlete bir yandan kadrolu eleman alınırken öte yandan işçi statüsünü 4C’yle zayıflatmak, örgütsüz topluma giden yolu açmak mı olmalı...
Bu konuyu Türkiye tartışıyor, ben başka bir açıya daha takılıyorum.
Bugüne kadar, kürt kökenli vatandaşlar da dahil birçok kesimle barış çubuğu tüttürmeye, geçmişte yapılan hataları demokrasi büyüteciyle ortaya çıkarmaya kararlı olduklarını söyleyenler son zamanlarda kendi çalışanına, kendi işçisine, kendi üreticisine karşı “Bana mecbursunuz” havası içinde.
Maliye Bakanı, “Şükretsinler, 4-C öneriyoruz” diyebiliyor.
Ezemeyeceğin güçle anlaş, ezebileceğin güce karşı onları yalnızca “tabii olmaya” zorla. “Bu insanlar bizim işçimiz, bizim çalışanımız” demek zul gelsin...
İşte tehlikeli olan bu, bu bakış.
Son zamanlarda yetkililerin, bakanların, hatta Başbakan’ın köylüyle-üreticiyle yan yana gülerek, omuz omuza poz verdiğini gördünüz mü?
Ya da bir işçiyle, çalışanla, asgari ücrete alın teri dökenle sıcak, samimi, sırtını sıvazlarken düştüler mi vizörlerin önüne?
Kurdele kesim törenlerinin dışında, bir üretim yerinde, sanayide görebiliyor musunuz?
Mazlum-Der hariç üniversiteli gençlerle sevecen mutlu bir tabloyu hatırlıyor musunuz?
Halkla iç içe olmak, simitçiden simit almak ya da mahalle çocuklarına oyuncak dağıtmaktan ibaret olmamalı.
Bir çiçeğin üstündeki yaprakların yeşil olması, köklerinin kurumadığı anlamına gelmemeli.
Bu toplumun kökleri üreteni, köylüsü, sanayisi ve işçisidir. Unutulmamalı...