BİRÇOK konuda birikimli olmak işe yarar. Gazetecilikte de böyledir, ayrıca yaşadıklarınız, haber bültenlerinde geçen bazı satırları okurken sizi acı acı gülümsetebilir. Haber şöyle:
“Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın İzmir Alsancak Liman ihalesini kazanan konsorsiyuma tanıdığı ikinci 45 günlük süre doldu. İhaleyi kazanan Global Hutchison/EİB/ Limaş konsorsiyumunun, nisan ayı sonuna kadar istediği dört aylık ek süre talebi için Özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından henüz yanıt verilmedi. Yetkililerin konuyu inceledikleri öğrenildi.
İzmir Liman Hizmetleri A.Ş’nin Başkanı Oğuz Satıcı, şunları söyledi:
“Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, İzmirlilerden daha duyarlı çıktı. Limanı bir anda gözden çıkarmak istemedikleri için konuyu inceliyorlar. Umarım ki ek süre talebimiz uygun görülür.”
* * *
Demek Özelleştirme İdaresi Başkanlığı İzmirlilerden daha duyarlı çıktı. Burada biraz geriye, birkaç yıl öncesine gitmek gerekiyor:
Tarih: Mayıs 2007 öncesindeki yaklaşık 8-10 aylık süreç...
İzmir Limanı için İzmirli işadamları harıl harıl özelleştirmeye hazırlanıyor. İzmirli işadamları limanın en büyük müşterilerinden biri olan Arkas’ın önderliğinde toplanmaya çalışıyor, üst üste toplantılar yapılıyordu. Önceleri Ege İhracatçı Birlikleri’nin üyeleri de Arkas’la birlikte olmaya yakın görünürken, nasıl olduysa bir sihirli el değmiş ve Arkas’ın üzerine birden oklar yağmaya başlamıştı.
İzmir işdünyası liman için ikiye bölünmeye başladı. Arkas ve etrafındaki İzmirli işadamları Alsancak Liman Hizmetleri AŞ etrafında toplanırken, Ege İhracatçı Birlikleri’ne üye İzmirli işadamları Ege İhracatçı Birlikleri/LİMAŞ Ortak Girişim Grubu’nu oluşturdu.
Söylenen sözler daha dün gibi aklımızda...
“Hutchison varken, Arkas kim ? Egeli ihracatçıların kimseye ihtiyacı yok. Onlar limanı alırsa bir süre sonra hakimiyet sadece birine geçer. Üstelik onlarda para yok. Tıkanırlar, bu yatırımları da yapamazlar...”
Lucien Arkas’ın o dönemde “payım sadece yüzde 18, gerisi İzmirli işadamları” demesi de işe yaramıyordu.
Bugün limana sahip çıkmıyorlar diye eleştirdikleri o işadamlarının çoğu o dönemde, Arkas’ın değil, bizim yanımızda olun diye inceden zorlanıyordu.
Çünkü o günlerde havalar sıcaktı. Sıcak para boldu. Global piyasalarda paranın bollaşmasıyla yeni girişimci prenslerimizden Global Holding’in sahibi Mehmet Kutman, özel uçağıyla Hong Kong-İstanbul arasında mekik dokuyordu. Oğuz Satıcı da arkadaşının gücünden hayli etkilmişe benziyordu.
* * *
Yanlış anlaşılmamalı, sorun onların limana talip olmaları, Hutchison gibi dünya devi bir ortağı içlerine almaları, yüksek fiyat vermeleri olmadı hiçbir zaman. Özelleştirme süreci yargıya takılmasa ve global krize denk gelinmese şimdi limanı alıp işletiyor olacaklardı. Ama o dönemde İzmirlileri bölmek, birbirleri hakkında laf taşımak modasına kapılanların, bugün, “Limana sahip çıkmadılar” demeye hakkı var mı ?
Evet artık sonun sonundayız. Özelleştirme İdaresi belki de tarihinde ilk kez böylesine bir karar alarak verilen teklifi kabul edecek.
“Zor görünüyor” diyerek risk almaya gerek yok. Önümüzdeki bir-iki gün içinde konu netleşir. Ama bazen tecrübe böyle günlerde acı gülümsetiyor.
Vicdan tekeli...
ÜNLÜ Fransız devlet adamı daha doğrusu her devrin adamı Talleyrand, 1830 ihtilalinde sokak çatışmaları başlayınca, Talleyrand konağının penceresinden bakmış, “Yaşasın biz kazandık” demiş. Sekreteri “Biz hangi taraf oluyoruz” diye sorduğunda, Talleyrand’ın yanıtı şu olmuş “Onu çarpışmalar bitince söylerim...”
Thylot çoktan öldü, şimdi modern Thylot’lara arada bir biz çarpıp duruyoruz.
Saf tutmak her dönemden daha fazla kazandırıyor sanki..
Üç kişi bir araya geldiğinde grup oluşturup, diğerlerini safdışı bırakmaktan garip bir tat alır hale geldik.
Artık konuların küreği hangi taraftan çekiliyorsa kişiler oraya akıyor.
Anadolunun yarısı yıllarca gavur dedikleri AB’ci, iktidara yakın herkes Ergenekon karşıtı, muhaliflerin hepsi Ergenekon yanlısı, açılımdan yanaysanız uygulanan politikalar doğru, eleştirileriniz varsa iflah olmaz bir ulusalcısınız.
Aralarda kalanların, doğrunun peşinde olanların, yandaşsız durmaya çabalayanların işi zor.
Ama asıl birşeylerin eriyip yittiğini hissetmek acı.
Geçenlerde bir karar alındı.
Bundan sonra sokakta mendil satan çocuklara para verenlere 100 TL ceza kesilecek. Bir TV kanalında da haber yapmışlar. Soğuktan titreyerek mendil satan çocuklardan mendil alanlara görevli ceza kesiyor. Para verenler de gayet mahcup, “Bilmiyorduk” diyorlar.
Bu çocuklar bu yolla para kazandığı sürece kolay kazanç kapısı yaratılıyor, cahil aileler de geçim yolunu bu çocuklarla bulmaktan vazgeçiyor mantığıyla yapılıyor bu uygulama.
Görünürde haklı. Ama görünmeyenleri var..
Bunu engellemenin yolu küçük yaştaki çocuklarını çalıştıran ailelerinin cezalandırılmasında değil, gerekçesi ne olursa olsun bir naif duygunun vicdanın sınırdışı edilmesinde bulunuyor.
Bu ülkede tam 11 milyon kişi yoksulluk sınırında yaşarken, etrafındakini görmek, işitmek formüllere bağlanıyor. Hayatla toplumla arana görünmez bir kalıp çekiliyor.
Peki her şey bu kadar didaktik mi?
Ayda 546 TL’ye geçinen asgari ücretliyi anlama, bu krizde nüfusun yüzde 11 işsiz, ama görme dar gelirli ailelerin çocukları ne yer, ne içer bilme. Elektriğe, suya, doğalgaza zam yağsın, nasıl ödenir, fark etme?
Sokaktaki çocuktan mendil alana hakim olun ki düzen bozulmasın.
Bir toplumda vicdan, bellek demektir. Neyin mücadelesini yaptığınızın özüdür.
Siz ekonomiyi unutun, çözüm olacak hiçbir önleme, politikaya imza atmayın.
Ve hatta deniliyor ki üzülmeyin, bir torba kömür, bir file kuru erzağa, kulaklarına partinin adını fısıldayarak biz onların yanında oluruz.
Nasılsa bunun cezası yok!...