Bir sezon öncesine kadar sahadaki hakemi konuşurduk. Şimdi tüm gözler Video Asistan Hakemlerinin üzerinde.
Yenilenen VAR protokolünü yeterince anlayamayanlar, geçmişle kıyaslama yapıp Riva’daki hakemleri bazen haksız, kimi zaman acımasızca eleştirip, klasik yöntemlerle Merkez Hakem Kurulu’nu yıpratmayı sürdürüyor.
Artık VAR hakemlerinin işi iyice güçleşti. Tartışmalı her pozisyonda “VAR neden müdahale etmedi?” diye soruluyor.
Yıllardır dile getiriyorum. VAR’ın başındaki de insan. Mutlaka eğitimli, donanımlı ve deneyimli olması gerekiyor. Sıfır hata ile görev yapmaları mümkün değil. Lakin onların da beklentilere karşılık vermeleri şart.
Bunun için özellikle yoruma açık pozisyonlarda hakemi doğru yönlendirmeleri, benzer kararlarda standartın yakalanması adına çok önemli.
MHK’nin, geçen haftaki Sivasspor - Göztepe ve Erzurumspor - Antalyaspor maçlarındaki tartışmalı kararlardan sonra “izleme ve izlettirme teknikleriyle” ilgili hakemlere yeni bir talimat göndermesi, bu konudaki
Anarşist ruhu ve aykırı kişiliği olağanüstü futbol yeteneği ile birleşince, marjinal bir insan olarak gönüllere taht kurmuştu Diego Armando Maradona.
Onu efsane yapan özellikleri sadece yeşil sahalarda bıraktığı izler değildi kuşkusuz. Haksızlığa kafa tutan asi duruşu, etrafından dolaşmayı sevdiği hayat tarzı ile insanların sevgilisi olmuştu Maradona.
Uç noktalarda, sıra dışı işler de sığdırdı 60 yıllık ömrüne. Sağlığına, bedenine zarar veren şeyler deneyimledi. Kimseyi dinlemedi. Belki de erken vedasında ciddi zararları oldu tercihlerinin.
Maradona denince 1986 dünya kupasındaki final maçında İngiltere’ye attığı gayri nizami gol sonrası “ O tanrının eliydi” itirafı geliyor ya akıllara.
Benim için öyle değil. 2005 yılında Olimpiyat stadında oynanan şampiyonlar ligi final maçı canlanıyor zihnimde. Liverpool ile Milan arasındaki karşılaşma. Stat dışında sevgili meslektaşım Orhan Karadağ ile vakit geçirirken yanımızda belirdi Maradona.
Bir daha nerede göreceğiz? Önce Orhan geçti yanına, çektim fotoğrafı. Sonra ilişmeye çalışıp bir kare de ben istedim. Elini
Trabzonspor taraftarının özlemi, geçen sezon pandemi öncesi keyif veren takımı izlemek kuşkusuz. Ama köprünün altından çok sular aktı. Bordo- mavililerin tempolu, coşkulu ve heyecan veren ekip hüviyetine kavuşması için zamana ihtiyacı var. Geçen hafta yeni teknik direktörü Abdullah Avcı ile kazanırken ne kadar zorlandığına tanıklık ettik. O kadar çok eksiği var ki.
Abdullah hoca görevi kabul ederken bu gerçekleri bilmiyor mu idi? Bilmez mi, oturduğu yerden para kazanmaya devam edebilirdi. Beklentilerin her daim yüksek olduğu Trabzonspor’u tercih ederken, dersini çalışmadan işbaşı yaptığını sanmıyorum. Lakin dün akşam da gördük ki, işi fazlasıyla zor.
Ligdeki konumu ne olursa olsun her rakip kazanmak için çıkıyor sahaya. Ankaragücü de öyle. Bakmayın 45. dakikada Baker’in duran toptan attığı gole. Çerçeveyi bulan tek şut ağlarla buluştu. O mükemmel vuruşu kurtarmak kolay değildi. Oysa ofansif yönü bu denli kuvvetli bir Trabzonspor’un daha fazlasını yapması, yetenekli ayaklarını doğru kullanması
Trabzonspor açısından çok kritik bir maçtı. Yeni teknik direktörü ile alacağı bir galibiyet hayat öpücüğü olacaktı kuşkusuz. Günlerdir Abdullah Avcı’nın oyuna değil, skora bakacağı konuşuluyordu. Yani kazanalım da, sonrasına bakarız mantığı.
Ben, Avcı’nın böyle bir kolay yola sapacağını düşünmedim. Oyun felsefesini kısa sürede takımına benimsetmesi elbette kolay değil. Değişimler, sıkıntıyı beraberinde getirir. Ancak bu düzeye gelmiş futbolcuların kendilerinden ne istendiğini anlamaları için ekstra zekaya gerek yok. Yeter ki doğru izah edilsin.
Abdullah hocanın ısrarla vurgu yaptığı takım savunması zafiyetinin giderilmesi öncelikli idi. Zaten birlikte çalıştığı süre içindeki gözlemlerine bakıp sahaya sürdüğü kadro, iki yönlüydü. Hem hücumdaki silahlarını etkili hale getirecek, hem orta alandan başlayarak savunmaya yansıyan hatalara önlem almaya çalışacaktı. İlkinde ciddi bir değişim sağladı, diğeri için epey bir zaman gerektiği görüldü. Adı üzerinde takım savunması. Ne yapacaksınız?
Yıllar sonra gelen Rusya galibiyeti bir mucizenin fitilini ateşledi mi diye düşünürken, boşuna umutlandığımızı görmek uzun sürmedi. Kendi göbeğimizi kesmek gibi fırsat yakaladık ama, final maçı niteliğindeki Macaristan sınavından çakmak, gerçeklerle yüzleştirdi hepimizi.
Şenol Güneş’in bizi küme düşüren yenilgiden sonraki açıklamalarına bakın; “Yapamadık, atamadık, durduramadık, beceremedik” gibi olumsuz sözcükleri içeren uzun cümleleri, bu gruptaki gerçek gücümüzü tartmak anlamına geliyordu aslında.
Kendimizi dev aynasında görmeyelim. Biz buyuz işte!
Uluslar ligi baştan beri kanımın ısınmadığı, bana soğuk ve sevimsiz gelen bir organizasyon. Ne yazık ki UEFA nezdinde karşılığı ve puanlamaya etkisi olan bir döngü. Sonuç olarak, iki yılda iki kez küme düşmek gibi bir başarısızlığı hazmetmek zorunda kaldık.
Avrupa Şampiyonası öncesi pek çok “acaba” sorusunun gündeme gelmesi, güvendiğimiz Şenol hoca ve “harika” diye nitelendirdiğimiz yeni jenerasyonun
Bunun adı rezalet. Sorumsuzluk, aymazlık. Bir ucu spora da dayandığı için aylardır yazıyor ve dikkat çekmeye çalışıyorum. Koronavirüs illetini ciddiye almayan insanların sadece kendilerine değil, topluma da büyük tehdit olduğunu söylüyorum.
A Milli Takımın çarşamba günü Hırvatistan ile oynadığı hazırlık maçında, aynı zamanda Beşiktaş forması da giyen Vida’nın test sonucunun pozitif çıkmasına karşın sahaya sürülmesi, akıllara zarardı.
Maçı televizyondan izledim. Kameralar her anı görüntülüyor. Vida’nın kimlere sarıldığı, öpüştüğü, temas halinde olduğu ortada.
Herkesi yakalayabilir virüs. En yakınımızdaki insanlardan da kapabiliriz mikrobu. Ama pandemi sürecinde bir milli maç oynanıyor ve futbolcuların “temiz karnesi” yok veya dikkate alınmıyorsa, bunun adı skandaldır.
Gördüm; Vida karşılaşma öncesi pek çok oyuncuya sarıldı. Maç içerisinde göğüs göğüse mücadeleye girdi. Nasıl verecekler hesabını?
Röportajlara baktım. Sadece bu müsabakaya has
Hazırlık maçı da olsa, milli takımın artık kazanmaya başlaması ve bunu alışkanlık haline getirmesi açısından önemli bir sınav idi. Hırvatistan, kendi ekolünü yaratmış ve dünya yıldızlarını bünyesinde barındıran bir takım. UEFA Uluslar ligi öncesi böyle bir rakip ile tartıya çıkmak ve sonuç almak, motivasyon açısından da değer taşıyordu. Beraberlik hiç de kötü bir netice değil.
Şenol Güneş’in kaleci Uğurcan’dan forvette Cenk’e kadar oyuncu tercihlerine bakınca, Rusya ve Macaristan maçlarını düşündüğünü anladık. Dolayısıyla skordan çok, bu oyuncu topluluğunun performansını test etmek istemişti. Kafasındaki alternatifleri değerlendirdi hoca. Lakin savunmada ciddi sıkıntılar yaşadık. Mevcut kurguyu bozmak mantıklı değildi.
O kadroya çağrılan kim olursa olsun bu tarz maçları önemsemek zorunda. Görev alan oyuncuların yaptıkları işin ciddiyetinde olmaları, dünkü doksan dakikanın en büyük kazanımı diye düşünüyorum. Milli takım ruhu bu. Dayanışma, yardımlaşma,
Geçen sezonun en çok gol atan takımı. Bu sezonun ilk 8 haftasında en çok gol yiyen ekibi. Trabzonspor’un çok kısa bir sürede gösterdiği bu inanılmaz değişim, sözcüklerle ifade edilemez. İstatistikler benim için bir şey ifade etmese de, bordo-mavili ekibin sorununun psikolojik olduğunu düşünüyorum. İşler kötü gitmeye başlayınca ayağa kalkıp yürümeye başlamak kolay değil. Bir zincir sizi sarar ve kırmanız için sert bir hamle yapmanız gerekir. Alanyaspor maçı böyle bir fırsat olabilirdi Trabzonspor için. Denedi gerçekleşmedi. Ama umut verdi. Özellikle Pereira’nın hırsı örnek olmalı tüm arkadaşlarına. Uğurcan’ı her zaman olduğu gibi ayrı tutuyorum. Sağlam bir kale. O vakit dokuz tane daha Portekizli lazım.
Eddie Newton’un işine son verildikten sonra bu müsabakaya İhsan Derelioğlu’nun tercihleriyle çıkan Karadeniz temsilcisi, kazanmak değil tek puanı kurtarmak düşüncesinde bir kadro düzeni içinde idi. Tuhaf olan, hücum hattındaki gücünü yitirmiş bir takımı izlemek.