Yıllar sonra gelen Rusya galibiyeti bir mucizenin fitilini ateşledi mi diye düşünürken, boşuna umutlandığımızı görmek uzun sürmedi. Kendi göbeğimizi kesmek gibi fırsat yakaladık ama, final maçı niteliğindeki Macaristan sınavından çakmak, gerçeklerle yüzleştirdi hepimizi.
Şenol Güneş’in bizi küme düşüren yenilgiden sonraki açıklamalarına bakın; “Yapamadık, atamadık, durduramadık, beceremedik” gibi olumsuz sözcükleri içeren uzun cümleleri, bu gruptaki gerçek gücümüzü tartmak anlamına geliyordu aslında.
Kendimizi dev aynasında görmeyelim. Biz buyuz işte!
Uluslar ligi baştan beri kanımın ısınmadığı, bana soğuk ve sevimsiz gelen bir organizasyon. Ne yazık ki UEFA nezdinde karşılığı ve puanlamaya etkisi olan bir döngü. Sonuç olarak, iki yılda iki kez küme düşmek gibi bir başarısızlığı hazmetmek zorunda kaldık.
Avrupa Şampiyonası öncesi pek çok “acaba” sorusunun gündeme gelmesi, güvendiğimiz Şenol hoca ve “harika” diye nitelendirdiğimiz yeni jenerasyonun sorgulanmasına yol açtı.
Çözüm üretmek!
Üzerine alınan alınsın. Türkiye’nin eksi hanesine yazılan her puanın hesabı verilmelidir. Milli takım teknik direktörü bir sistem ile anılmalı. Güneş’in hâlâ arayışta olması, tabii ki eleştirilecektir. Darılmaca, gücenmece yok. Sakatlıklar, cezalılar mazeret sayılmaz. Çözüm üretmek, takıma kişilik kazandırmak, motivasyon sağlamak ve ileri taşımak, hocanın görevidir.
O kadroya girme şansı bulan futbolcunun suçu yok mu? Öncelikle maçın adı ne olursa olsun angarya görmeyecekler, sorumsuz davranmayacaklar. Lakin her biri kendi takımlarında yıldız olan bu kalitede bir oyuncu grubu kafasına göre işler yapamayacağına göre, projektör elbette teknik direktöre çevrilecektir.
Hocalar da yeri geldiğinde hatalarından “ders” çıkarmayı bilmeli. “Ders almam, veririm” diyenlerin başına gelenler belli!
Karamsarlığa kapılmayalım mı? Evet 2021’e zamanımız var ama, bizim “test aşamasını” çoktan geçmiş olmamız gerekirdi. Epey geride kaldık.
Suçlu aramıyorum. Çünkü ortada suç yok. Hayal kırıklığı var!
Ancak şu gerçeği de göz ardı etmeyelim; Pandemi süreci, liglerde maç trafiğinin yoğunluğu, kupa müsabakaları, olası sakatlıklar derken, bir bakmışınız yumurta kapıya gelmiş. O saatten sonra ayağa kalkmak, yürümek ve yarışmak, kolay olur mu dersiniz?..
“Avcı” iş başında
Haftanın sonucu en merak edilen maçlarından biri, Trabzonspor- Erzurumspor mücadelesi olacak kuşkusuz.
Bordo-mavili ekibin yeni teknik direktörü Abdullah Avcı ilk sınavına yarın çıkacak. İyi bir başlangıç yapmak ilaç gibi gelecektir Karadeniz ekibine.
Bu sezon için söylüyorum; deneyimli teknik adam şampiyonluk söylemlerinin rafa kalktığı bir dönemde göreve geldi. Zamanlama hoca için avantaj. Kimse şapkadan tavşan çıkarmasını beklemiyor. Camia baskısının dozu azaldı. Uzun süredir böyle bir şansı yakalayan olmamıştı.
Avcı’nın işi kolay mı? Hayır. Kafasındaki oyun kurgusunu sahaya yansıtabilmesi için zamana ihtiyacı var. Sabırla, adım adım ilerlenmesi gereken uzun bir yol var.
Geçmiş dönemin hataları ve günahlarını üstlenmeyi kabul etmiş, kariyeri açısından risk almış bir teknik direktörden söz ediyoruz. Hoş görüyü hak ediyor Avcı. Trabzonspor taraftarı, başkanı, yerel medyası bu gerçeği göz ardı etmemeli.
Yarınki maçta beklentim yüksek değil. Ama, değişimin sinyallerini almak için iyi bir fırsat. Olumlu düşünmek güzellikleri de beraberinde getirir...
Kaybetmekten korkma!
“Kaybetmekten korkma; bir şeyi kazanman için bazı şeyleri kaybetmelisin. Ve unutma; kaybettiğinde değil, vazgeçtiğinde yenilirsin.” -Ernesto Che Guevara
Her şey o kadar normal idi ki!
Olacağı buydu? Geçen sezon koronavirüs nedeniyle spor müsabakalarına ara verildiği günden beri dilimizde tüy bitmişti. Evet hayat devam etmeli ama, kurallar bu kadar gevşememeli diye.
Tüm dünya virüste ikinci dalgadan endişe ediyordu. Aslında görünen köy kılavuz istemez. Ciddiye almadık; aniden normale döndük.
Düğünler, asker uğurlamaları, kına geceleri, taziye ziyaretleri, seyahatler, tatil programları, açılışlar, mitingler, kongreler, futbol maçlarının tekrar başlaması, seyircilerin localar üzerinden statlara alınması, kısıtlı sayıda da olsa seyircili maç tartışması, virüsle mücadele gücünü kırdı.
Beni ilgilendiren tarafına gelince. Futbolun ekonomisi düşünmek elbette bir görev. Ancak 20-30 locayı açıp üç-beş kuruş gelir elde edileceğini düşünmenin hata olacağını, tedbirlerin yetersiz kaldığını söylemenin “muhalefet yapmak” şeklinde nitelendirildiği bir süreç yaşadık. Bu düşünceyi savunanlar virüsü abartmakla itham edildi.
Sonra ne oldu? İkinci dalganın etki alanı korkutucu boyutlara gelince, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan acı reçetenin ilk sayfasını okudu. Kısıtlamalar gündeme geldi. Durum ağırlaşırsa, ki öyle görünüyor, Nisan ayındaki yaptırımlar geri dönecek. Ülke genelinde söylemiyorum, virüsün merkezi haline gelen Avrupa da aynı tehlikeyi yaşayacak.
Beyaz sezon tehlikesi!
Futbol da nasibini aldı bu ciddiyetsiz tablodan. Şu ana kadar Süper Ligde tam 41 vaka yaşandı. 1. ligde yüze yakın oyuncu ve teknik adamda Covid-19 tespit edildi. Alt liglerde durum daha vahim. Yirmiyi aşkın hakemin testleri pozitif olarak belirlendi. İş çığrından çıkınca, federasyon hükmen yenilgi tezini tartışmaya açtı. En tepedeki karar verici organ olarak tedbir almak, bunları genişletmek yerine kontrolden çıkan bir salgının faturasını kulüplere ödetmeye kalktı. Açık söyleyeyim bu karar asla uygulanamaz. Şimdi kaçınılmaz olarak daha sert önlemler geliyor.
Neden?.. Her şey o kadar normal idi ki!.. Olup biteni umursamadık!
Bu kış sert geçeceğe benzer. Önlemlere uyulmaz ise, biz dahil Avrupa’nın pek çok liginde “beyaz sezon” ilan edilmesi kaçınılmaz olur!
Futbol ekonomisini ayakta tutalım derken, batırmak olur böylesi!