Trabzonspor son iki haftadır pazartesi maçları oynuyor. Önce deplasmanda Mersin İdmanyurdu, sonra Gaziantepspor. Biten diğer karşılaşmaların ardından bu durum avantaj gibi görünebilir. Hem kazanacak, hem ilk dört içindeki yerini sağlamlaştıracaksın. Hedefini bilerek sahaya çıkan takım açısından bu da stres yaratabilir. Tıpkı dün akşamki gibi.
Trabzonspor bu maça kadar ikinci yarının en çok puan toplayan takımı idi. Lakin skor bir yana, oynadığı futbol açısından henüz istenilen düzeyde olmadığı da aşikârdı. İyi savunma yapan rakiplere zorlanan, Mehmet Ekici gibi kişisel becerileri ile oyunu çevirebilen Trabzonspor, Gaziantepspor karşısında maçın genelinde düşündükleri veya istediklerinin hiç birini yapamadı.
Kanatlarda Erkan Zengin ve Sefa etkisiz kalınca, Cardozo’ya şişirilen yüksek topların tamamı savunma duvarından geri döndü. Ekici’nin ceza alanı önünde ne kadar tehlikeli olduğunu bilen ve bu bölgede rakip oyuncuları faulsüz durdurmayı başaran Gaziantepspor, orta alanda düşündüğü dirençle karşılaşmayınca, topu rakip alana taşımakta zorlanmadı. Üzerine bir de duran top organizasyonundan golü bulunca, kalan her dakika Trabzonspor’un işini güçleştirdi.
Nitekim başına
Yıl 2008. Aziz Yıldırım Kulüpler Birliği Vakfı Başkanı.
Yıldırım, Şekip Mosturoğlu’nun katkılarıyla hazırlanan projeyi önce kamuoyuna açıklıyor, ardından Futbol Federasyonu ile paylaşıyor.
Haber, 10 Eylül tarihli Milliyet Spor’un manşetine “Süper Lig’e İngiliz modeli” başlığı ile taşınıyor.
Önerinin en çarpıcı bölümünü “Süper Lig A.Ş.” oluşturuyor. 18 kulübün katılımıyla kurulacak Anonim Şirket, İngiltere Premier Ligi modelini benimsiyor.
Aziz Yıldırım kulüp başkanlarına yaptığı sunumda özetle şunları söylüyor:
“Şirketin yönetim kurulu başkanı ve üyeleri kulüpler tarafından seçilecek. Şirket, ligin tüm mali haklarını elinde tutacak ve adil dağılımını yapacak. Sponsorluk, naklen yayın, İddaa, Spor-Toto, reklam gelirleri şirket tarafından kontrol edecek. Gelir pastasından İkinci Lige yüzde 8 ile 10 arasında bir pay verilecek. Ligin marka değerinin artırılması sağlanacak.”
Ve ekliyor, “Bu, Türk futbolu için tarihi bir adımdır. Bize 5 ila 10 yıl arası bir süre lazım.”
Daha 24 yaşında. Çıraklık döneminde “usta” olmuş bile. Yaratan öyle bir yetenek vermiş ki, o yetmez demiş, üzerine koya koya ilerliyor. Son yıllarda ayağına bu kadar hakim, topu istediği noktaya atabilen, adrese teslim vuruş yapabilen kaç oyuncu geldi Türk futboluna? Mehmet Ekici işte böyle bir futbol dehası. Hayır, kimseye haksızlık etmiyoruz. Trabzonspor’un bu sezon on milyonlarca euro harcayarak kurduğu kadroyu bir kenara koyun, hepsinden çok ayrı bir yeri var Ekici’nin. Bugüne kadar kaç maçı kurtardı, takımına kaç puan kazandırdı, ölçün biçin, toplayıp çıkarın, Mehmet Ekici’nin performansını yakalayacak ikinci bir isim daha bulamazsınız. Fatih Terim’in gözü aydın. Herhangi bir sakatlık yaşamaz ise, hocanın ay-yıldızlı forma için kafa yoracağı bir isim eksildi şimdiden!
Gelelim maça. Trabzonspor açısından kazanmanın önemi şu idi; “Zirve ile puan farkını 11’e düşürecek, üstteki rakiplerinin kayıpla kapattığı haftanın en kârlı takımı olacak, Fenerbahçe’nin ardından dördüncü sıraya yerleşecekti.” Yani, üç puandan çok daha fazla bir getirisi vardı Mersin İdmanyurdu’nu deplasmanda yenmenin.
Ersun Yanal yine ilginç bir kadro tercihiyle çıktı sahaya. Salih savunmanın sağında,
Sezonun derbisi döndü dolaştı yine Cüneyt Çakır’a geldi.
Nasıl gelmesin ki? Elinde yedi tane FİFA hakemin var, lakin bu maçı yönetecek üç isim sayamazsın.
Sadece bugünkü Merkez Hakem Kurulu’nu suçlayamayız. Geriye, çok daha gerilere gitmek gerek. Neden üst düzey hakem yetiştiremiyoruz, niçin ligin en zor maçları bir kaç isim arasında gidip geliyor, bunu sorgulamalıyız.
Gelelim yarınki maça.
Günlerdir Fenerbahçe-Galatasaray derbisini kim yönetecek diye fal açılırken, favoriler doğal olarak Cüneyt Çakır ve Fırat Aydınus idi.
Peki kriter neydi?
Bir; Saracoğlu geriliminden etkilenmeyecek, kararları kabul görecek, cesur davranacak, inandığını çalacak, futbolcu ve tribün baskısına aynı dirençle karşılık verecek bir hakem olmalıydı tercih. İki; iş hakemle kalsa iyi. Yanına ülkenin en kıdemli yardımcılarını ekleyeceksin. Çizgilere de deneyimli, güvendiğin hakemleri yerleştireceksin. Bir de kulübeleri kontrol edecek (!) çelik gibi sinirlere sahip dördüncü hakemin olacak.
Transferde harcanan paranın haddi hesabı yok. Hani, “kaç futbolcu aldınız?” diye sorsan, sayacak yönetici de hâkeza! Sonuç; kupa ve Avrupa’ya havlu atmış, şampiyonluk iddiasını haftalar önce kaybetmiş bir takım. Sadece iddiasını kaybetmiş olsa neyse! Önünde tek hedef var, sezon sonunda UEFA vizesi alabilmek. Lakin bu ruhla, bu mücadele ile ve bu kafa ile o da çok zor.
Sen evinde ligde tutunmaya çalışan bir rakip ile oynuyorsun ve koskoca ilk yarı boyunca tek bir hücumun yok. Gol mü? Çıkarın Mehmet Ekici’yi, geriye kalan kocaman bir sıfır.
Buna karşın kalende gördüğün sayısız pozisyon.
Sanki deplasmanda oynayan Karabükspor değil, Trabzonspor. Önde baskı yapan, Fatih ve İshak’ın savunduğu iki kanadı yol geçen hanına çeviren, rakibin oyun kurmasına engelleyen taraf Karabükspor. Artıları eksileri toplayıp çıkarın, hem oyun, hem skor anlamında Trabzonspor’dan üstün bir rakip.
45 dakikada tüm kimyası bozulan Trabzonspor’un maçı çevirebilmesi gerçekten çok güçtü. Bir defa olağanüstü bir gayret ve istek gerekliydi. Oyuncu tercihleri nedeniyle eleştiri oklarının hedefi haline gelen Ersun Yanal’ın oyuna ilk müdahalesi son derece etkisiz kalan Sefa ve Özer’in yerine Salih ile
Bir an Şampiyonlar Ligi tarihinin en unutulmaz finalini anımsadım. Oradaydım. Yıl 2005, yer Atatürk Olimpiyat Stadı. Bir yanda İtalyanlar, diğer tarafta İngilizler. Milan ilk yarıyı üç farklı önde kapamış, adeta kupa benim demişti.
O kadar kolay mı? Liverpool inanılmaz bir geri dönüş yapmış ve eşitliği sağlamıştı. Uzatma… Penaltılar ve Liverpool’un zaferi. Şampiyonlar Ligi tarihine geçecek müthiş bir maçtı. Benzeri hâla yaşanmadı.
O son şampiyonluğunu Olimpiyat Stadı’nda yaşayan Liverpool, ne hazindir ki en büyük hüzünlerinden birini yine aynı statta tattı.
Bu defa karşısında bir Türk takımı vardı. İlk maçta talihsiz bir penaltı golüyle boyun eğen Beşiktaş, şimdi futbol tarihimizin unutulmazları arasına giren bir görkemli başarıya imza attı.
İnanan, mücadele eden, direnen, yüreğini, emeğini, aklını, disiplini ile birleştiren ve daha fazlasını isteyen Beşiktaş!
Ne ilginç değil mi? Beşiktaş bu sezon Premier ligin üç önemli takımı ile oynadı. Önce Arsenal karşısına çıktı. Talihsiz skorlarla Şampiyonlar Ligi’ne veda etti.Sonra UEFA Avrupa Ligi’nde gruptaki rakiplerinden biri Tottenham oldu. Onu da geçti, grubu lider bitirdi.
Ardından yine bir İngiliz. Liverpool
Gün boyu Napoli’de yaşananları görünce insan ister istemez soruyor; Futbol maçına mı geldik savaşa mı? 24 saat kent üzerinde devriye gezen polis helikopterlerinin sinir bozucu gürültüsüne mi kızarsınız, stada gelen medya mensuplarını taşıyan aracın taciz edilmesine mi? Yoksa kent turu yapan taraftar otobüsünün motorsikletli fanatikler tarafından yolunun kesilmesine, bir başka aracın taşlanıp içindekilerin yaralanmasına mı? Ya sokaktan tribünlere taşınan gerginlik? Tüm bunlara tanıklık ettikten sonra “Napoli iyi ki ilk maçı farklı kazanıp turu garanti etmiş” demek geldi içimizden. Peki, biz de beteri çirkinlikler yaşanmıyor mu sanki? Holiganizm illeti, dünyanın her yerinde aynı cinneti geçiriyor, hepsine lanet olsun!
***
Ersun Yanal’ın maçtan önce düzenlediği basın toplantısında rövanş için kullandığı iddialı sözler, Trabzonspor takımının en azından prestij için oynayacağı ve grup maçlarında sergilediği performansı hatırlatır bir mücadele vereceği mesajını taşıyordu. Açık söyleyelim, tur kaf dağının ötesinde görünse bile, içimizi ısıtmıştı Yanal’ın söylemi. Umut fakirin ekmeği ya, ye babam ye!
Kimse alınmasın kızmasın. Benitez’in sahaya sürdüğü kadro ne olursa olsun, iki
Hasbelkader yine bir duran topla uzatma dakikasında öne geçmişsin. Koskoca bir 45 dakika daha var. Hücumda tıpkı dünkü gibi kayda değer bir etkinliğin yoksa ne yaparsın? Topa daha çok sahip olmaya çalışır, orta alanda çoğalır, rakibe kolay pas yapma ve hücuma çıkma imkanı tanımazsın.
Tabii bunu yapmak isteyen bir teknik direktörün ve o talimatı yerine getirecek görev adamların varsa. Aytaç’ı bir yana bırakın, Kasımpaşaspor’un son haftalarda bu kadar dirençsiz bir rakibe karşı oynadığını sanmıyorum. Trabzonspor onca olumsuzluğa karşın maçı kazansa, Mehmet Ekici günün kahramanı ilan edilecekti. Bir duran top ve klas gol vuruşu dışında, Ekici top ezmek ve rakibe kaptırmaktan başka yarar sağlamadı. Ya Constant? Hâlâ niçin bu kadar fizik olarak yetersiz olduğunu anlamak mümkün değil. Yanal’ın prensi Erkan Zengin’e ne demeli? Yeteneklerini Kasımpaşaspor gibi geriye düştükten sonra savunmasını riske eden bir takım karşısında gösteremeyecek de, hangi maçta devreye girecek? Geriye kaldı Deniz. Defansif yönü zayıf bu oyuncuyu da halkaya ekleyince, tüm yükün Trabzonspor savunmasına düşmesi, sonrasında da sayısız pozisyon yemesi kaçınılmaz olur.
Diyeceksiniz ki Cardozo ne iş yapar.