Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ahmet Altan’ın eski bir yazısı, Le Monde’un Fransız muhabirinin imzasıyla dolaşıyor sanal ortamda...
Bana da bir arkadaşım yollamış; “Bak haklı değil mi” diye...
“Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya gidiyor. Kültürel bölünme kapıda” diyor Altan...
“Bir yanda ayakkabılarını sokak kapısı önünde çıkaran, kadınlarının başını örttüğü, kızların tam bir baskı altında yaşadığı, belki hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş, karı koca birlikte yemeğe gitmemiş, tiyatro seyretmemiş, iyi eğitim alamamış, dini inançları kuvvetli, kalabalık bir kitle var.”
Karşıda?
“Kız lisesiyle Robert Kolej yelpazesinde eğitim görmüş, bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, kitap okuyan, kızlarının flörtüne göz yuman, Allah’a inanan ama ibadete pek aldırmayan, kendini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş hisseden, Batı standartlarına yakın bir grup var.”
Altan, birbirinden kopuk yaşayan bu iki gruptan ilkinin Cumhuriyet boyunca horlandığını, şimdi güçlendiğini, ikincilerin ise azınlığa düştüğünü söylüyor.
Bu kamplaşmanın kanlı bir çatışmaya varabileceğini yazıyor.
* * *
İlginçtir; yazının “Bak elin Fransızı nasıl bilmiş” diye bana yollandığı gün, Fransa’da Neo-Naziler bir Türk sinemacının evine saldırdı.
Faruk Günaltay, 20 yıldır Strasbourg’da düzenlediği festivalde Türk filmlerini Fransızlara izleterek ırkçılığa karşı savaşıyor. Ve önceki gece yataktan fırladığında evinin önündeki arabasının kundaklandığını, kapısına gamalı haç çizildiğini görüyor. Polise gidiyor ve diyor ki:
“Bu benim değil, sizin sorununuz.”
Şöyle mi desek:
“Fransa, son ve büyük bir hesaplaşmaya gidiyor.”
* * *
Fanatik, dünyanın her yerinde fanatik...
Tophane’deki sanat galerisini basan saldırganla, Strasbourg’da ev kundaklayan faşist arasında fark yok.
“Bu mahalle bizim; başkası giremez” tabelası bütün dünyanın başına bela...
“Farklıya tahammül”, küresel ölçekte azalıyor.
Biz bunu daha derin yaşıyoruz; orası doğru... Her konuda kendini hissettiren keskin bir kamplaşma, zehirli bir bıçak gibi bölüyor toplumu...
Ama ben Ahmet Altan kadar karamsar değilim.
Evet, “Ak”la “kara” büyük bir hızla uzaklaşıyor birbirinden... Ama gri alan hâlâ çok geniş ve toplumun büyük çoğunluğu o alanda yaşıyor. Ülke, o sayede ayakta duruyor.
Altan’ın bahsettiği iki cephenin ortasında sevgilisiyle sinema kuyruğunda bekleyen türbanlı kız var; oruç ağızla Bodrum’da denize giren mühendis, hafta sonunu alışveriş merkezinde vitrinlere bakarak geçiren taşralı aile, varoşların düğün salonlarında her türlü taassuba inat kan ter içinde dans eden gençler...
Bunlar kutup çatışmalarının şiddetini azaltan hava yastıkları toplumun; emniyet sübapları...
Bu filmin “siyah-beyaz” çekilemeyeceğinin kanıtları...
* * *
Onlar kabuğunu kırıp çoğaldıkça rahatlayacağız.
Tabii, bunu bozmaya kalkanların anında “bertaraf edilmesi” şartıyla...
Dünkü Tophane saldırısının faillerinin derhal cezalandırılması ve Cemil İpekçi’nin cumartesi günkü Mardin defilesinin yapılabilmesi, hükümetin önünde ciddi sınavdır.
Tıpkı Günaltay’ın ırkçı faşistlerden korunmasının, Fransa Hükümeti için bir sınav olduğu gibi...