2011’in Eylül ayıydı. Erdoğan Kahire’yi ziyaret edecekti. O gitmeden Mısır televizyonu röportaja geldi. Mısır’ın yeni anayasasını sordu. Erdoğan şaşırtıcı bir cevap verdi:
“Ben, Mısır’a laik bir anayasa tavsiye ediyorum. Türkiye’de anayasa laikliği, devletin her dine eşit mesafede olması olarak tanımlar. Laiklikten korkmayın. Laiklik kesinlikle dinsizlik değildir. Ben Recep Tayyip Erdoğan olarak Müslüman’ım, ama laik değilim. Fakat laik bir ülkenin başbakanıyım. Laik rejimde, insanların dindar olma ya da olmama özgürlüğü vardır. Umuyorum ki bu açıklamamdan sonra Mısır halkının laikliğe bakışı değişecektir.”
“İç işlerimize karışma!”
Önemli bir demeçti bu...
Önemi, laikliğin kafirlik sayıldığı bir ülkeye giderken yapılmasındaydı.
Nitekim hedefte beklenen tepkiyi yarattı.
Şimdi Türkiye’nin darbe karşıtı tavrını yere göğe koyamayan Müslüman Kardeşler, o zaman “Erdoğan’ın Mısır’ın iç işlerine karışmaya hakkı yok. Bu konuda söz, Mısır halkınındır. Başka ülkelerin tecrübesi bize uymaz” dedi.
Çifte standart bir tek Batı’da olmuyor ki...
İslamcılar yekpare değil
Gelinen noktaya bakınca, Erdoğan‘ın 2 yıl önceki demecini anlamlı buluyorum.
Mısır, bir din devleti... Anayasaya göre “Devletin dini İslam...” Şeriata dair yorum hakkı, Ezher’in din âlimlerinde...
İslamcılar da yekpare değil.
Müslüman Kardeşler, eşi tesettürlü, muhafazakâr bir asker tarafından devrildi.
Suudi destekli Selefi Nur Partisi ise darbeyi destekliyor.
Dolayısıyla Mısır’da olup biteni “Laik ordu, siyasal İslamcılara karşı“ şablonuyla yorumlamak yanıltıcı...
İhvan temkinli
Öte yandan Müslüman Kardeşler, ilk günden beri temkinli hareket ediyor. Devrildiği gün Mursi, önceki gün de İhvan, intifada çağrısı yapsa da tabanı şiddete itmiyorlar. Pasif direniş öne çıkıyor. Birkaç nedenle:
1- Liderleri askerlerin elinde...
2- Mısır’ın geleneğinde orduyla çatışma yok.
3- Haklıyken haksız duruma düşmek istemiyorlar.
Müslüman Kardeşler, yeni yönetimin yol haritasını reddetse de onlar da herkes gibi Mısır için en hayırlısının bir an önce sandığa gidilmesi olduğunu görüyor.
Mağduriyetin getirisi
Mısır, zorlu bir sürece girdi. Ama kitleler, demokrasinin tadını aldı bir kez; seçim geciktikçe sorunlar büyüyecektir.
Peki, sandıktan ne çıkar?
Aslında İhvan, iktidarda erimeye başlamıştı. 2011 sonundaki genel seçim ile 2012 yazındaki Cumhurbaşkanlığı seçimi arasındaki 6 ayda ciddi oy kaybetmişti.
Bu darbeyle mağdur duruma düştü.
Türkiye deneyimi bize, mağduriyetin sandıkta iş yaptığını gösteriyor.
Mursi muhalifi hareket, Arapça’da “İsyan“ anlamına gelen “Temerrüt“ adını almıştı.
Biz, sözcüğün diğer anlamını kullanıyoruz.
Ve darbeyle iktidar olmanın “temerrüt faizi“ni de biliyoruz. Mısır’a bakınca Başbakan’a hak verip “En iyisi laiklik“ diyoruz.
Mursi yandaşları arasında: Siyah çarşaflıların ellerindeki beyaz kefenler ‘Ölüme kadar savaş’ sloganını simgeliyor.
TAKSİM-TAHRİR MUKAYESESİ
Türkiye’ye benziyor mu?
Bu soru çok tartışıldı.
Taksim ve Tahrir’i birer ay arayla yaşamış ve ikisinin de gazını yemiş biri olarak fikrimi yazayım.
Önce farklılıklar:
Bir defa Türk polisinin gazı, Mısır polisininkinden daha acılı...
Taksim’dekiler daha zengindi; Tahrir fakir.
Taksim kadın ağırlıklıydı; Tahrir daha erkek...
Taksim, Tahrir’den daha renkliydi; ama bizde oradaki gibi “Ordu göreve“ sloganı atılmadı. Nitekim Türkiye’de ordu uzaktan izlerken, Mısır’da “davete icabet“ etti.
Benzerliklere gelince:
İkisinde de farklı eğilimden kitleler iktidara karşı birleşti.
“Hükümet istifa“ dışında ortak paydaları yoktu.
CNN, ikisini de uzun uzun verdi.
Mursi de Erdoğan da krizi orantısız güçle ve kötü yönetti. İkisi de Batı’dan “Demokrasi sandıktan ibaret değil“ uyarısı işitti.
İkisi de yandaşlarını, “Yedirtmeyiz“ diyen alternatif meydanlarda birleştirdi.
Kim neye benziyor?
Benzerliklere rağmen iki ülke arasında en az yarım asır var. O açıdan, sandıkla gelen hükümeti deviren Mısır darbesi, olsa olsa, 1950 seçim zaferinden hemen sonra Menderes‘i devirmeye yönelik darbe girişimine benzetilebilir.
Ne yalan söyleyeyim, ben bizimkileri de mağdur Müslüman Kardeşler’den çok, “Göstericiler masum değil, dış destekli provokatörlerdir“ diye basın toplantısı yapan, polise yönelik şiddetin görüntülerini dağıtan, buna karşın polis şiddetini yayımlayan televizyonları kapatan mağrurlara benzettim.
Yine de darbe karşısında Batı ve basını ikirciklenirken Ankara’nın ilk günden ilkeli ve net tavır alması takdire şayan.
Lakin aynı şeyi, bütün yatırımını Müslüman Kardeşler’e yapması konusunda söyleyemeyeceğim. Türk Dışişleri, tamamen İhvan’a angaje bir politika inşa ederek Mısır’da manevra alanını daralttı. Ülkenin karmaşık siyasal tablosunda bütün kartları oynamak varken, baştan kartını ortaya sererek kendini bağladı. Darbeyle Refah Kapısı’nın kapanmasıyla Erdoğan‘ın Gazze ziyareti de yattı.
Şimdi yeni yönetimin, Ankara’nın ve (talihsiz bir zamanlamayla) Kahire’ye yeni gidecek büyükelçinin hiçbir telefonuna çıkmaması doğal...
Türkiye “Bizimkiler iktidara geldi“ coşkusuyla ve yeni-Osmanlıcılık kokulu bir nüfuz iştahıyla Ortadoğu’ya dalınca, ezeli rakibi Mısır, “Hele bi dur bakalım” tavrına geçti.
Atatürk’ün tahlili
Tahlilini Atatürk‘e bırakayım:
“Efendiler, büyük ve hayali şeyleri yapmadan yapmış görünmek yüzünden bütün dünyanın husumetini, garezini, kinini bu memleketin ve bu milletin üzerine çektik. Biz Panislamizm, Pantürkizm yapmadık. Belki ‘Yapıyoruz, yapacağız’ dedik. Düşmanlar da yaptırmamak için ‘Bir an önce öldürelim’ dediler. Dava bundan ibarettir. Biz böyle yapmadığımız ve yapamadığımız kavramlar üzerinde koşarak, düşmanlarımızın adedini ve baskısını artırmak yerine tabii ve meşru sınıra dönelim. Haddimizi bilelim.”
NOT: İzninizle yarım kalan tatilime devam edeceğim. Dönüşte devam etmek ümidiyle...