Türkiye’nin gidişatını, İmralı kosterinin hareket kabiliyetinden anlıyoruz: Koster limandaysa “hava” bozuk demektir; açılıyorsa işler yolunda...
Önceki gün “hava”, muhalefetine son verdi ve aylardır mahsusçuktan bozuk taklidi yapan koster, nihayet İmralı’ya gidebildi.
* * *
“Hava” neden değişti?
Başbakan’ın çevresi diyor ki:
“PKK, 2012’de hezimete uğradı. Silahla sonuç alamayacağını gördü. Şimdi silah bırakma için müzakere yapılıyor.”
Buna hakikaten inanıyorlarsa safdillik, bizim inanmamızı bekliyorlarsa zekamıza haksızlık...
Büyük fotoğrafta tablo pek öyle görünmüyor:
PKK, 2012’de Güneydoğu’da belli merkezlerde vurup kaçmayı değil, çatışarak kalmayı, yerel üsler kurmayı deneyecek güce ulaştı.
Açlık grevleriyle bölgede ve Meclis’te gündem yarattı. Bitirme aşamasında Öcalan’ın liderliğini onaylattı.
En önemlisi, Suriye ve Irak’taki gelişmelerle bölgede manevra alanını genişletti.
Yani konjonktürel olarak en elverişli döneminde...
MİT Müsteşarı’nın, bu kadar hayati bir konuda evvela parti liderlerini veya Meclis’i bilgilendirmesi iyi olmaz mıydı?
Önce büyükelçilerin bilgilendirilmesi de konunun uluslararası boyutunun önemini gösteriyor.
* * *
Madem sonunda barış için Öcalan’la müzakere noktasına gelinecekti, niye bu, ilk yakalandığı aşamada yapılmadı da 13 yıl beklendi; arada onca can yitti?
Madem “Devlet, terörü sona erdirmek için her şeyi yapar”dı, niye ısrarla “Devlet, terör örgütüyle müzakere etmez” tezinde diretildi?
Başbakan, daha 4 Aralık’ta “BDP çözümün bir parçası olmak yerine terörün bir parçası oldu” diyerek dokunulmazlıklarının kaldırılmasını istiyordu. Bir ayda ne oldu da 4 Ocak’ta BDP, “çözümün bir parçası”na dönüşüverdi?
Erdoğan, haziranda “Biz olsak Öcalan idam edilirdi” diyordu. 6 ayda ne değişti de “Asmayalım, besleyelim” noktasına gelindi?
Sürecin zayıf halkası, başkanlık hesapları içinde sürekli yalpalayan bu politikadır.
* * *
Yine de silahlar yerine insanların konuşması iyidir, barış için atılan her adım desteklenmelidir.
Sürecin, bizzat Başbakan tarafından kamuoyuna haber verilmesi, gözönünde sürdürülmesi yerindedir.
Şimdi hükümet, uçları çok farklı direklere bağlı, incecik bir ağın üzerinde, hiç güvenmediği bir partnerle trapez yapıyor:
İmralı, Kandil, Washington, Brüksel, Bağdat, Erbil, Şam, Tahran...
Herhangi birinin ağın ucunu bırakması, süreci tehlikeye sokacaktır.
Ama hepsinden önemlisi Türkiye halkının ikna edilmesidir.
Dünyanın benzer tecrübeleri gösteriyor ki, bu tür müzakerelerde toplumsal mutabakat elzemdir.
Hükümet, silahların bırakılması karşılığında atacağı adımların, örgüte taviz değil, demokrasinin ve evrensel hukukun icabı olduğunu anlatabildiği ölçüde yol alabilecek, kamuoyunun desteğini sağlayabilecektir.
Öyle olursa bu süreç, sadece KCK’lıları değil tüm siyasi tutukluları, sadece PKK’lıları değil kanlı bir sürecin suça itilmiş bütün aktörlerini, sadece örgüt mensuplarını değil “örgüt üyesi” diye hapse tıkılmış herkesi kucaklayabilir.
Ve hukuksuz bir devrin ardından, yepyeni bir sayfa açılmasına önayak olabilir.