İkisi de Saraybosnalı... İkisi de Yugoslavya devrinin üst düzey bürokratlarının çocukları...
İkisi de Balkan zenginliğini kanında taşıyan sanatçılar...
Goran Bregoviç 1950 doğumlu...
Annesi Ortodoks Sırp, babası Katolik Hırvat, eşi Müslüman...
Emir Kusturica 1954’lü...
Kendi deyişiyle “Laik Müslüman” bir aileden...
Karısının soyunda Hırvatlar, Sırplar ve Slovaklar var.
Kendi ailesinde bir kanadın Türkiye’den geldiği söyleniyor.
Baba tarafında iki kardeşin biri Müslüman olmuş, diğeri Hıristiyan Ortodoks kalmış.
Goran da Emir de melez aslında...
Yaratıcılıklarını da bu çok kültürlülükten alıyorlar.
* * *
Birlikte sinema tarihine unutulmaz bir imza attılar.
1989 Çingeneler Zamanı...
1993 Arizona Rüyası...
1995 Yeraltı...
Emir’in kamerasıyla, Goran’ın notalarını buluşturan bu üç film, Gümüş Ayı’dan Altın Palmiye’ye kadar tüm itibarlı ödülleri kazandı.
Bir ülkenin dağılış trajedisini, lirik, komik, coşkulu, hazin bir dil ve müzikle anlatıyorlardı.
Balkanların bu iki yetenekli çocuğu ayakta alkışlandı.
Sonra savaş bitti. Emir’le Goran’ın yolları ayrıldı.
Bir daha ortak film yapmadılar.
Ama ayrıldıktan sonra tek tek kendi kulvarlarında yaptıkları işlerde de birlikte ürettikleri kadar başarılı olamadılar. Ne Emir öyle filmler çekebildi; ne Goran eski bestelerini yapabildi.
Geçen hafta tesadüfen ikisi de Türkiye’deydi.
Goran İstanbul’da konserde...
Emir Antalya’da festivalde...
Ve ben, ikisiyle peş peşe, ayrı ayrı konuşma fırsatı buldum.
İkisini birbirine sordum.
Goran, Emir için dedi ki:
“10 yıl onunla çalıştım. En önemli üç filminin müziğini yaptım. Verebileceğim her şeyi verdim. O da bana cömert davrandı, ama sanıyorum hayatımın Kusturica ile geçen dönemini hep gülümseyerek hatırlayacağım.”
Müstehzi bir cevaptı.
“Bu yaştan sonra din değiştirmesine şaşıyor musun” diye sordum. Güldü:
“Hiçbir zaman radikal değişiklikler için fazla yaşlı değilsinizdir. Ben 50 yaşında birden eşcinsel olan adamlar biliyorum. İnsanın arka planında ne var, bilinmez.”
Sonra Emir’e Goran’ı sordum. Biraz öfkeyle dedi ki:
“Bregoviç, dostluğu kötüye kullanan bir adamdır. Üretken bir müzisyendir, ama politik görüşleri bulanıktır. Sinemamı kendi tanıtımı için kullandı. Bu yüzden artık onunla görüşmüyorum.”
* * *
Nedeni ne olursa olsun, bize o filmleri armağan etmiş iki dostun ayrılması, bir ülkenin dağılması gibi içini acıtıyor insanın...
Ben üniversitedeyken, Yugoslavya tüm farklılıkların hoşgörüyle birlikte yaşayabileceği bir düş ülkesi sayılıyordu.
Bugün tam tersine, o farklılıkların vahşice birbirini gırtlakladığı bir kâbus coğrafyası gibi görünüyor.
“Nasıl oldu da en yakın dostlar bile birbirine düşman kesildi?”
Kusturica’ya son sorum buydu. Buruk bir cevap verdi:
“Bir zamanlar ben ‘Yugoslav’dım. Yugoslavya içindeki etnik grupların aynı ve eşit olduğuna inanırdım. Fakat gün geldi, hepimizin aynı ve eşit olmadığımızı keşfettim. Dağıldık. Ondan sonra da herkes kendi arşivine girip aile köklerini araştırmaya koyuldu. Şimdi ‘Yugoslavlar’ yok, Boşnaklar, Sırplar, Slovaklar, Arnavutlar var.”
Keşke Türkiye duyabilseydi bu sesi...