Okurlar nerede görse soruyor: “Barış sürecinden umutlu musun” diye...
Hep temkinli cevap veriyorum:
“Umarım başarılı olur. Ama unutmayalım: Burası Türkiye... Her zaman sürprizlere gebe...”
* * *
16 Şubat 1999 günü Öcalan Türkiye’ye getirildiğinde herkes PKK çöktü sanıyordu.
Ecevit, o gün yaptığı tarihi açıklamada, “Devletimizle baş edilemeyeceğini herkes anlamalıdır” diyordu.
Öcalan’ın 11 metrekare bir hücreden, hem de dünyayla bağı kopukken, örgütü 12 yıl boyunca yönetebileceğini ve sonunda “baş edilemez” denilen devletle görüşmelere başlayabileceğini pek kimse tahmin edemiyordu.
Bugün onu getiren komutan içerde; Öcalan, müzakerede...
O yüzden dedim ya;
“Burası Türkiye... Her daim sürprizlere gebe...”
* * *
Düşünün;
Dün sabah İmralı yoluna çıkan deniz aracının bir benzeri, bir başka cumartesi sabahı aynı adaya yanaşmıştı:
Tarih:
16 Eylül 1961’di.
Feribottaki yolcu, devrik Başbakan Adnan Menderes’ti.
Henüz kendisi bilmese de “anayasayı ihlalden” aldığı idam cezasından sonra, asılmak üzere adaya götürülüyordu.
İmralı, o günden beri tarih kitaplarında hep bir utanç adası olarak kayıtlı kaldı.
Ya Menderes?
30 yıl sonra itibarı iade edildi. Naaşı devlet töreniyle anıt mezara taşındı. Adı, havaalanlarına, üniversitelere, caddelere verildi.
Onu anayasayı ihlalden asan Türkiye, o yaz, anayasasını sil baştan yeniledi.
* * *
Deniz Gezmiş’lerin yargılanmasında da öyle olmadı mı?
Onlar, anayasayı ihlalden idamlarının istendiği mahkemede 1961 Anayasası’nı savunuyorlardı; onları yargılayan askeri yönetim, anayasayı değiştirip verilen hakları geri almaya hazırlanıyordu.
Türkiye burası...
Çelişkiler tarlası...
* * *
Geçen haftanın fotoğraflarını hatırlayın:
Kültür Bakanı Ömer Çelik, göreve başlar başlamaz, bir dönem “vatan haini” diye damgalanan Yaşar Kemal’i ziyarete gidiyor, onu övgüye boğuyor.
AB Bakanı Egemen Bağış, Paris’te yine “vatan haini” diye suçlanmış, hapis yatmış, dışarı kaçmış iki sanatçının, Yılmaz Güney ile Ahmet Kaya’nın mezarlarını ziyaret ediyor.
Yazdıkları romanların, çektikleri filmlerin, söyledikleri türkülerin, sözlerin bedelini, hapsedilerek, linç edilerek, gurbette ölerek ödeyenler, iktidar gözünde itibara kavuşuyor bugün...
Devlet, Yılmaz Güney’le ölümünden 30 yıl sonra, Ahmet Kaya’yla ölümünden 12 yıl sonra barışıyor.
Yaşar Kemal, devletin zulmünü de iltifatını da aynı ömür içinde görebiliyor.
Nazım Hikmet örneğinde “iade-i itibar”ın yarım asır sonra geldiği düşünülürse devletin pişmanlık hızının giderek arttığı söylenebilir.
* * *
İşte yine koster yola çıkıyor.
Yine bir anayasa tartışmasının ortasında, “Anayasal nizamı silah zoruyla değiştirmeye kalkışmak”tan müebbet alan Öcalan, şimdi içerde Anayasa Komisyonu üyeleriyle anayasa değişikliğini görüşüyor.
Burası Türkiye...
Her daim sürprizlere gebe...