Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Gazeteciler, yazarlar, “Hanefi Avcı bantları” için İstanbul Ağır Ceza Savcılığı önünde kuyruk oldu neredeyse...
Her gidene 1990’ların ikinci yarısında kaydedilmiş, kendilerine ait telefon kayıtları dinletiliyor.
Bu bantların, Avcı’nın Emniyet’teki ofisinde bulunduğu öne sürülüyor.
Şikâyetçi olup olmadıkları soruluyor.
Kimisi şikâyetçi oluyor, kimisi olmuyor.
* * *
Şikâyetçi olmayanlardan Mehmet Ali Birand’a da 32. Gün döneminde ekibindekilerle yaptığı kimi konuşmaları ve bazı özel görüşmelerini dinletmişler.
Diyor ki:
“Bantları dinleyince sinirlendim. Son derece masum bir konuşma dahi, sonradan dinlendiğinde anlam değiştiriyor. O kırık cümleler, manidar gülüşmeler, birdenbire gizemli bir hava yaratıyor. İnsan kendini çırılçıplak hissediyor. Emniyet’in hoyratça insanların özeline girmesinin rezilliğinden iğrendim.”
Avcı’nın bu bantları neden sakladığını anlayamamış Birand...
Avcı ise içeriden yolladığı mektupta, “İnandığım bütün kutsal değerler üzerine yemin ederim ki bende ne Birand’ın ne de başka bir kişinin özel hayatı, telefon konuşması ile ilgili kayıt, bant vs. yoktur, olamaz da” diyor.
“Birand, en dar zamanda bana destek vermişti. Niye bandı olsun” diye soruyor.
Yeni bir komplo mu?
Yakında anlarız.
* * *
Birand’ın yazısı ve Avcı’nın açıklaması bana sevdiğim bir filmi hatırlattı.
“Başkalarının Hayatı...”
Film, duvar yıkılmadan önce, Doğu Berlin’de gizli polis örgütü Stasi’nin “büyük gözaltı”sını işliyordu.
Rejime bağlı bir gizli servis elemanı, bir yazarın evini ve telefonlarını dinlemeye alıyor, yazarın hayatına girdikçe ona sempati duymaya, hatta özenmeye, giderek kendi hayatını sorgulamaya başlıyordu.
İç hesaplaşması onu, görevine ihanete kadar götürüyordu.
Stasi’nin deneyimli elemanı, hayran olduğu yazarın hayatını söndürmeye kıyamıyor, bu nedenle kendi kariyerinden oluyordu.
Duvar yıkıldıktan sonra dinleme kayıtları halka açılıyor, yazar da gidip kendi konuşmalarının deşifrelerini ve takipçisinin tuttuğu raporları inceliyordu.
* * *
2009 yazında bu filmden bahsederken şöyle yazmıştım:
“Bizde de bu ahlaksızlığa isyan edip kariyerinden olma pahasına, dinlediği yazarı kollayan ve günün birinde yerleştirdiği bütün ‘böcek’leri ve tüm illegal dinleme şebekesini deşifre eden namuslu birileri çıkacak mı?
Bir gün bizim duvar da yıkılıp ‘büyük ağabey’in herkes için şantaj dosyaları tuttuğu lanetli günler geride kaldığında, telekulakların devasa arşivi, ‘Demokrasi müzesi’ içinde araştırmacılara açılacak mı?
Orada isteyen herkes, kendi takip dosyasını istetip bir zamanlar kimlerle neler konuştuğunu, önce dehşetle, sonra gülümseyerek okuyacak mı?
O arşiv, Türkiye’nin karanlık bir baskı döneminin utanç verici belgeleri olarak topluca yakılacak mı?”
* * *
Bazıları o günün geldiğine inanıyor.
Keşke!
“Şebeke”, içerden bir itirafla deşifre oldu gerçi, ama yıkılmadı.
Bu tatsız filme farklı bir final yazabilmek için, itirafçıyı itibarsızlaştırmaya çalışıyor.