Güneş doğmadan güne başlayıp, güneşi görmeden bütün günü geceye taşıyan tüm bedenlere haksızlık yapmadan söylemenin bir yolunu bulmak lazım. Yorgunluk, bıkkınlık ve yılgınlık hayatın kenarından sökülüp tam ortasına motif olmaya doğru ilerliyor olabilir.
Hatırlamaya çalışın en son ne zaman bir rüzgarın bedeninizi sarıp sarmaladığında hissettiğiniz huzuru? Ne zamandı en son duyduğunuz bir müziğin tüm hücrelerinizi işgal edip bütün duyularınıza hükmedişi? Göz bebeğinizdeki damarların doğrudan ruhunuza bağlı olduğunu anlamanızı sağlayan bir rengin güzelliğine en son baktığınız tarih yakınlarda mıydı?
Sevişmenin sadece yatakta değil hayatta olduğunu hatırlamıyor musunuz yoksa bildiklerinizi bile unutturan bir koşuşturmada mısınız?
Huzurun soluduğunuzun havasıyla ruhunuza ulaştığı muhteşem manzaralar için kilometrelerce uzaklara seyahat etmeniz tek seçeneğiniz değil. Bilet almadan ulaşacağınız bir yer daha var size bunu sağlayacak:
Düşünceleriniz!
İmkansızlığını önünüze koymadan mutlu olduğunuzu düşünün. Hayatın getireceklerinin önce korkusunu hissetmeden güzelliklerini düşünün. Sevginizin karşılıksızlığıyla kederlenmek yerine sevmenin içinizde sağladığı coşkuyu düşünün.
Sevgiyi renk ile tarif edin diye bir anket yapsak büyük bir çoğunluk çeşitli renkler kullanır diye 'tahmin ediyorum'.
Siyah!
diyecek olan 'muhtemelen' az çıkacaktır diye -umut- edebilirim ancak.
Peki, gökkuşağının tüm renkleriyle tarif edilmeye doyulamayan bu Sevgi; 'siyah giyen adamların' hiç mi hiç içinde yok da göstermezler?
Birbirine kenetlenen gözler, ayakları yerden kesen sözler, sarhoş edici güzellikte günler, içinden çıkmadan gerçeklere geçiş yapan düşler, sevgiyle birleşen bedenler ve var edilen bir
AŞK çocuğu!
Çok daha keyifle ve güzellikle tarif edilebilecek bir varlığa hayat veren birbirini seven çiftlerin kucaklarına alacakları çocuğu sanırım tarif edebildik. Peki, ya
Aşk kimin çocuğu?
Bu duyguyu var eden ona hayat veren nedir? Sadece gözler, sözler, günler, geceler, tenler, hisler ilişkiye bu kadar yükselmesi için gereken enerjiyi sağlayabilir mi gerçekten?
Size sormadan önce Google'a sordum ve açık ara "Sevgili" arandığını öğrendim. Fakat yapılan tüm arama sonuçlarının konumuz ile alakası olmayacağı için bir kez de kendi kendimize soralım istedim, hazır dünün konusu olmuşken.
O halde tekrar edeyim:
Aradığınız Sevgi mi? Sevgili mi?
Arkalardan "Sevgili!" diye bir ses duydum sanki. Hatta bu sesi içinde duyanların da yüzlerinde tatlı bir gülümseme belirmiş olabilir. Fakat güçlü bir "Sevgi elbette!" sesi ortama farklı bir görüş katabilir gibi görünüyor.
Yarını birlikte kutlayacağınız dünyanın en mükemmel eşi bile olsa, kutlayacak hiç kimseniz bile olmasa, belli zamanlarda kendinize özel bir günü Sevgililer Günü olarak armağan edin.
Kendinizle başbaşa kalacağınız, size özel, sadece bir başınıza kutlayacağınız bir gün.
Olmaz ki!
demeyin. Hayatınızın her köşesi -belli bir süre sonra bakıma ihtiyaç duyan- makinalarla çevriliyken kendinizi; onlardan çok daha aşınmaz sanarak unutmuş ve ihmal etmiş olabilirsiniz.
Tabi önce sormak lazım:
"Gerçekten en özel sevgili ile tanışmak ister misiniz?"
Aklınızdan geçeni bilen, ne istediğinizden haberdar, hayat boyu sizinle!..
Eğer aradığınız sevgilinin tarifi bu ise bulmanız çok kolay.
Ama önce ayaklarınızı yere basın!
Evet! Evet! Ayağa kalkın ve ayaklarınızla yere basın.
Aralarında sağa sola sallanmayacağınız kadar bir mesafe bırakın ve ayaklarınızın zemine iyice temas etmesini sağlayın.
Sanki dünyayı kavrayacak gibi ayak parmaklarınızın aralarını açarak zeminin üzerine yerleştirin.
İstemeyen olabilir mi?
'Yok ben almıym!'
diyebilen çıkabilir mi? Düşünün!.. "Organik saflık", şefkat, güven, değer, güç, güzellik, iyilik ve bir sürü daha mutluluk hammaddesi barındıran bir menü ile beslenmeyi.
Ne kadar muhteşem değil mi?
Aksini söyleyen bu konudaki zenginlikten sıkılmış birisi olabilir ancak, “bir lokmayı aratırlar!”ın bulunduğu bu gezegende.
Peki, durum o kadar kötü mü ki; böyle, sanki hiç yokmuş, hatta yok olmuş gibi konu edilebiliyor.