- Yerimde gözün var galiba.
- Var! Aşk olmak istiyorum.
- Nasıl olacağını da düşünmüşsündür mutlaka.
- Evet! Sen, Ben olacaksın, Ben de senin yerine geçip; Aşk olacağım.
- Bu kadar kolay mı olacak?
- Bu yüzden 'olur mu?' diye sordum.
- Olmaz elbet.
- Bukalemun intikamı mı bu soru?
- Aslında evet ama intikam değil. Çok renkli olmak ile hiç renkli olmamaya takıldım.
- Doğal olarak da soluğu bende aldın, cevap için!
- Başka soracağım duygum mu var?
- İyi de, Karga'nın karalığından sana ne?
- Bu güzelliğe beyaz daha çok yakışmaz mı? Baksana bi, haksız mıyım?
- Çok çok eskilerde, rivayetlere göre zaten beyazmış. Ancak kendine göre beğenmediklerini gidip Apollon'a şikayet edince; bedelini kara kargaya dönüşerek ödemiş.
- Gözlerime inanamıyorum! Sen de mi sorgulamaya başladın?
- Sadece bir soru sordum.
- Emrin olur, ne demek! İçimdeki Aşk; lütfetmiş bana kadar gelip soru sormuş, buyur şöyle geç. Dağınıklığın kusuruna bakma. Geleceğini hissetseydim ortalığı toplardım. Bu aralar duygular yoğun, içimle pek ilgilenemedim.
- Gerek yok, büyütme! Soruma cevap ver gideyim.
- Dur şimdi, ani oldu, böyle küt diye soru ile ilk darbeyi alınca, ne sorduğuna bile bakmadım.
- Basit; sen de bukalemunlaştırdıklarımdan mısın?
- Tekerleme mi çalıştın? Bi çırpıda okuyamadığımı, sürekli tekrarlayabiliyorsun.
- İkisinden birini seçmek zorunda değilim.
- Bilinen hikayelerinde üçüncü bir seçeneğe pek sık rastlanmıyor.
- Bu senin bilmediğin hikayeler de var anlamına gelir.
- İnatla ne Suç olmayı ne de Ceza olmayı kabul etmiyorsun.
- İnatla kabul ettirmene rağmen, evet, kabul etmiyorum.
- Bu kadar ısrar etmenin sebebi daha kötü bir seçenek olduğu için mi?
- Aşk olan yerde kötü ne arar?
- Böyle bir soruyu sormanı neye borçluyum acaba?
- Sevgi çok güçlü bir enerji kaynağı olduğuna göre, bunu cevaplaman zor olmasa gerek.
- Zorluğundan değil, niye rahat bırakılmadığımı merak ediyorum. Mantığın tatile mi çıktı?
- Sordum, tümden gelip tüme varırken içim geçmiş.
- Aferin, o geçmiş içini bana dökmeye karar verdin sen de!
- Evet, içimde senin gibi bir Aşk olduğu için çok şanslıyım, herkes senin gibi çenesi düşük olana denk düşmez sanırım.
- Hah! Kendi düşük çeneni de bana etiketledin.
Sevmek dokunmaktır, sarılmaktır, fizikseldir diyene 'Hayır, öyle değildir!' denilmez. Sadece, bir de dokunmadan, sarılmadan hissedilen sevgi için ne düşündükleri sorulabilir. İkna etmek ya da bir değişiklik yapmak için değil, suyun sadece bardakta değil nehirde de olduğunu göstermek için.
Bardak gibi herhangi bir kap; sınırlara, sınırlandırmalara ve en önemlisi tükenmeye sebep olan düşünceler üretecektir, kendi sevgimiz için bile.
Oysa sadece düşünürken bile hissettirecek kadar güçlü olan sevgimizi, niye bir su bardağına sığdıralım ki? Nehir olmak varken!
Kimse kızmasın, birine dokunmadan sevmek olur dediğim için. Biraz uzaklaşalım kaplarımızdan ve kalıplarımızdan, düşünelim. Sevgiyle dokunduğumuzda ne oluyor? Hadi biz dokunduğumuzu bilemeyiz, başkası adına konuşmayalım, kendi hissettiklerimiz varken deyip, kendimizi denek olarak kullanalım.
Bugünlerde birbirine sarılıp heykel gibi donmuş çiftler var sokaklarda. Etraflarından geçerken gördüklerinden dolayı taşlanmasını dileyecek kadar nefret dolu olanlarla, taçlanmalarını dileyen sevgi dolu olan insanların tam ortasında, öyle duruyorlar, dondurdukları zaman içinde, sonsuz bir anlığına.
Hiç kuşku yok, o an, içinde bulundukları an, nasıl yoğun bir sevgi doludur. Yaşları; yaşamın öğretileri kadar çok olmasa bile,
yolculuklarının şu anki durağında Aşk molası vermişler.
Bizler ise onların dondurdukları zaman diliminin dışında kendi anlarımızın içinde, o anlarının durağından geçerken sevgilerine tanıklık ediyoruz. Varlığını hissettiğimiz sevginin nasıl güçlü bir sesi olduğunu duyarak içimizdeki keyifle ya da nasıl berbat bir ses bu diye sinirlerimizi bozdukları için öfkeyle.
İstanbul hakkında bilgi sahibi olanların hemen hatırlayacağı bir kahve satış noktası vardır. Baharatların satıldığı Mısır Çarşısı yakınında. Her zaman kalabalık, her zaman gürültülü ve hep kokuludur. İçinde olduğunuz an tüm duyularınız aktif olur. Yolda sadece kendisi olduğuna inananlar tarafından itilip kakılmalar, baharatlardan gelen binbir çeşit kokular, satış için bestelenmiş
Hayatın içindeki tüm sesleri; yaşantımız boyunca duyuyor, dinliyor, beğeniyor ya da beğenmiyoruz. Zaman zaman duymaktan yorulduklarımızı dinlemenin mecburiyeti altında huzursuzlaşıp, duymazdan gelmeye çalışıyoruz. Gürültülü ve yorucu hale geldiğinde de hiç bir şey duymak istemediğimizi söylüyoruz.
Bu söylediğimizi ilk duyan kim olabilir?
En yakınımızdaki, bizi bizden daha iyi tanıyan, aklımızdan geçeni dahi bilen, en çok anlayan, her dediğimizi dinleyen, hiç bir dediğine kulak asmasak da bize kulak tıkamayan, sürekli bizimle olan, işimize gelmeyenleri söylese de susturduğumuzda bize küsmeyen : ' BEN '
Çünkü tüm şikayetlerimizi ya da memnuniyetlerimizi ilk önce duyan; içimizde; kimine göre çenesi düşük, ukala, kimine göre arada bir konuşan, ağır başlı varlığımız, öz benliğimiz, en içten halimiz, iç sesimiz. Tüm düşüncelerimizi aklımızda canlandıran kendi sesimiz. Ağzımızdan çıkanı kulağımıza duyurmamayı başardığımızda bile mükemmel bir dublaj ile hiç atlamadan tüm düşüncelerimizi kendimize duyuran iç sesimiz.