Üç isim, üç ayrı resim diyelim. Ve hemen konuya girelim. İşte ilk isim veya resim. Ne derseniz deyin. Can Çobanoğlu. Milliler’in çağdaş, modern, candan çobanı. Cin gibi, zeki, hafif fırlama ve de karizmatik. Menajerin her yere koşanı, esprili olanı. Eski voleybolcu. Hani hep denir ya futbolcunun dilinden anlar diye. O da değişti Can’la. Futbolcular onun dilinden anlar oldu. Özlemiş onlar da farklı, değişik bir dili. Bıkmışlar belki eski futbolcu ağabeylerden, amcalardan. İyi geldi Can onlara anlayacağınız. Bir şey daha anlaşıldı. Managementta, futbolu yönetmek için futbol oynamış olmak da gerekmiyor. Bir voleybolcudan da Türk Milli Takım menajeri çıkabiliyor. Klasik arabaşlığımızı atalım ve Sinan Engin’e geçelim.
SİNAN ENGİN
O da Can’ın ters yüz olmuş şekli. Tam tersi diyelim. Futbolcunun dilinden anlayanı. Aynı dili konuşanı, gerektiğinde asanı, keseni. Gerektiğinde seveni, okşayanı. Eski futbolcu üstelik. Futbolcunun da gezeni, tozanı. Yani her numarayı bileni, yemeyeni. O da çok başarılı, çalışkan ve zeki. Son Sergen çıkarması yeter de artar bile. Saha içinden çıkıp saha dışına bulaşması, Sergen’in kafasına ve Galatasaray’ın içine ulaşması. Ve son isim.
ABDÜL AĞA VEYA FUTBOLCULARIN APO ABİSİ
Hadi üstteki ikisi iki farklı insanın, iki sporcunun sesi. Peki o zaman Abdül Ağa neyin nesi ? O da onlardan farklı. Yöneticinin amigomsu tipi. Ya da amigonun cebinde mark, dolar dolanı; böylece yönetici olanı. Kendi deyimiyle topçusuyla emiş - kamış olanı. Hatta şakalaşırken yine kendi deyimiyle topçunun orasını burasını tutanı. Ama bunu iyi niyetle yapanı. Yani topçunun orasını burasını çekiştiren, böylece samimiyeti, kontratı pekiştiren. Galatasaraylılar için biraz da can sıkıcı olanı. Ama dedik ya, marklı, dolarlı, paralı. En batılıyız diyen Galatasaray’ın da menajeri veya neyse neyinin en oryantal olanı. Komik, tuhaf hatta kara mizah belki, ama o da yüzde yüz çok başarılı.
Milli Takım’dan girdik, Beşiktaş, Galatasaray’la devam ettik, Fener’le bağlayalım. Onlar da birini bulmalı. Hem de hemen. İster Can gibiyle, ister Sinan tipiyle, isterlerse de Abdül Ağa’nın ipiyle. Yazması benden, seçmesi onlardan. Son bir ara başlık yapalım. Hem siz, hem köşe rahatlasın ve devam edelim.
KARIŞIK KURUŞUK
Futbolun yapılanması. Belki de yapılanmaması. Hatta yapılanamaması. Her alanda bir sürü açlık, eksiklik, boşluk, hatta hoşluk. İşte Bilgili. Başkan’ın futbol bilmeyeni. Hatta yakın zamana kadar maça gitmeyeni. Sinan Engin de onun menajeri. Cansun, sanki başkan değil, futbol şubesi menajeri. Abdül Ağa veya Apo abi, her neyse, Cansun’un paralı çekmecesi, etejeri. Ve Can Çobanoğlu. Ulusoy’lu, Güneş’li ekibin güler yüzü. Onun hoşluğuyla dolan öbürlerinin boşluğu. Her şey karışık, karmakarışık gibi gözükse de belki de biraz kaçık, bir şey çok açık.
Fazla traş yapmadan son defa bağlayalım. İyi bir yapılanmada yukarıdaki isimler veya cisimler veya resimler ayrı ayrı değil, aynı yerde olmalı. Hep sorarlar ya, niye Real Madrid, Real Madrid olmuştur veya niye Milan, Milan ? Oralarda üst kadroda bir karışım var. Adı mesela Cansun, Yıldırım, Bilgili. Altlarında da Can gibi, Sinan gibi, Abdül Ağa gibi bir sürü de ilgili. Bilmem anlatabildim mi ?
Litvanya’dan 38 sayı fark yenir miymiş ? Kafalar karıştı. Bence yenir tabii. Eğer bir basketbol ekolün yoksa veya basketbol sistemin yoksa, yıldızlarınla oynuyorsan ve yıldızların da yoksa, üstelik en pırıltılı olanları, yani Hidayet, İbo, Mirsad ve onlara ilave Hüseyin, 38 sayı fark yenir.
Üstelik rakip de Litvanya. Bize en ters geleni, en sert de. Öyle veya böyle ekollü ve de sistemli. Avrupa Şampiyonası’ndaki Hırvat maçını hatırlayın. 20’den döndürmüştük maçı. Kiminle ? Önce Mirsad, sonra İbo ve sonra Hido’yla. Litvanya’da döndürenler yoktu. Dönmedi de zaten maç. Bir yirmi daha yedik, kırka bağlandı. Bence bütün hikâye bu.
Vernelledik diyelim. Belki yumuşacık yapamayız onları. Hatta belki mis gibi, misler gibi kokutamayabiliriz de. Zaten onların yumuşak olması veya mis gibi kokması hiç kimseyi de ilgilendirmiyor. Sloganı değiştirmemiz lazım galiba. Şöyle yapalım. Werner’leyin, taptaze olsun. Werner’leyin, dipdiri kalsın.
SAYIN Turizm Bakanı’na 52 haftada 52 cümle kampanyası kapsamında bu hafta. Soru: How are you Mr. Minister? (Nasılsınız sayın Bakan?) Cevap: Thank you, I am fine. (Teşekkür ederim, iyiyim.)
Gelecek hafta: Lesson IV. Her dersten sonraki klasik cümlemizle bitirelim. Turizme olmasa da sayın Bakan’a bir katkımız olsun.
MAIL yağıyor Antep taraflarından. Sayın Turizm Bakanı’yla alay ediyorsun. Ayıp oluyor diyorlar. Tek tek yazacağıma topluca cevap vereyim. Alay etmek ne haddim, ne de niyetim. Ama doğru. Alay eden biri var, hatta birileri. O ben değilim. İçimde kalmasın. Ana diliyle Turizm Bakanı olunca sayın Taşar bizlerle alay ediyor olmuyor, onu Turizm Bakanı yapanlar bizlerle alay ediyor olmuyor. Ama ben hiç lisan bilmeden Turizm Bakanı olunur mu dediğimde onunla alay ediyor oluyorum. Hadi canım siz de.
SERİ İLANLAR
Pazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010