Bazı insanlar her konuda akılcı ve mantıklı karar vermesiyle övünür. Ancak insanların verdiği kararların önemli bir kısmı mantık görünümü altında saklanmış mantık dışı kararlardır. Bu mantıksız kararların arkasında duygusal yapımız, binlerce yıllık insanlık tarihinin zamanında işe yarayan ama artık işlevselliğini yitirmiş taktikleri ve görmezden geldiğimiz ihtiyaçlarımız olabilir. Bunlara bilişsel ön yargılar deniliyor. Bu yazıda bu bilişsel ön yargılardan bahsedeceğim.
İlk ön yargı, onay ön yargısı. İnsanlar bir konuya inandıkları zaman, o konu hakkında sadece inançlarını destekleyen fikirleri duyma ve görme eğiliminde oluyorlar. Alternatif fikirler ya da dikkatlerini bile çekmiyor ya da onları yalan olarak değerlendiriyor. Mesela biri Ankaralılar kötüdür diye inanıyorsa, bu konuda inandığı şeyleri destekleyen haberleri müthiş bir coşkuyla değerlendirecek, aksi kanıtları görmezden gelecektir. Bu ön yargıyı komplo teorilerinde, pandemi sürecinde ve siyasette çok sık görebiliriz.
Bir diğer bilişsel ön yargı Halo etkisidir. Bu mantık hatası, birisinin olumlu bir özelliğinin geri kalan tüm kişiliğini kapsadığını düşünmektir. Örneğin sokakta bir kediye mama veren birisinin ilişkilerinde de, işinde de harika birisi olduğunu zannetmek. Ya da yakışıklı, güzel birisinin aynı zamanda iyi, zeki birisi olduğunu zannetmek örnek olarak gösterilebilir. Halbuki insanın bir iyi tarafının olması tüm özelliklerinin iyi olacağı anlamına gelmez. Ya da bir markanın bir ürününün iyi olması diğer tüm ürünlerinin de iyi olacağı anlamına gelmez.
Daha az bilgili insanların daha fazla şey bildiğini zannetmesine Dunning Kruger etkisi deniliyor. İnsanlar daha çok şey öğrenmeye başladıklarında, eksik oldukları tarafların daha çok farkına varıyorlar ve kesinlikten uzaklaşıp tüm ihtimalleri düşünmeye başlıyorlar. Ancak bir insan ne kadar çok az şey biliyorsa, kendi bildiğini o kadar doğru zannediyor. Bu durum bilgili insanların kendine daha az güvenmesine ve daha az ifade etmesine neden oluyor.
Benim metrobüs ön yargısı dediğim bir tür de var. Bu tür ön yargıda kişi kendi yaptığı olumsuz davranışları içinde bulunduğu koşullara ya da gerekliliklere bağlarken, başkalarının yaptıklarını kişiliklerine bağlar. Örneği tıka basa dolu bir metrobüsün içinde ve kapının yakınındaysanız içeri binmeye çalışan insanları almama tarafında olabilirsiniz. Bunun için de, “Daha nereye geliyorsun, üstümüze mi çıkacaksın, içerisi tamamen dolu!” dersiniz. Ancak metrobüsün içinde değil de dışarıda, soğukta bekleyen ve eve hızlıca gitmek isteyen taraftaysanız, metrobüsün içindeki birisinin içerisi dolu nereye geliyorsun demesini, bencillik ve ahlaki bozulmayla açıklarsınız. Günlük hayatta insanları yargılarken en çok bu hatayı yaparız.
Hazır aldığımız şeylere kıyasla oluşturulmasında kendi becerilerimizin katkısı olan şeyleri daha çok seviyoruz, onlara daha çok değer veriyoruz. Buna Ikea etkisi deniliyor. Biliyorsunuz, Ikea bir mobilya mağazası ve birçok mobilya montajı yapılmamış şekilde satılıyor. Siz mobilyanızı eve getiriyorsunuz ve kutunun içinden çıkan kurulum kılavuzu ile montajını yapıyorsunuz. Kurulumunu kendi yaptığınız mobilyaları daha çok seviyorsunuz. Bu ön yargıyı bence hayatımızda olumlu olarak kullanmamız mümkün. Sık kullandığımız ve hazır aldığımız şeyleri kendimiz yaptığımız zaman onlardan çok daha fazla keyif almamız mümkün.
Kendine iyi davran, görüşmek üzere.