Boşnakça “Nasılsın?” anlamına geliyor; “Kako si?”
Anne tarafım uzansa da Saray Bosna’ya; aslında dillerin, dinlerin, ülkelerin hiç bir farklılığı yok bu dünyada. Nereli, kimlerden olduğumuzu dillendirmek de bir o kadar uzak tüm anlamlardan.
Ama ne yazık ki aynı zamanda bir gerçek de olmuş; sınırlara ayrılmış toprak parçaları ve o parçalara ait insanlar.
İşte o sınırlara ayrılmalar yüzünden, evrenin güzelliğinin tadını çıkaramıyor insanoğlu. Doğanın sunduğu güzellikler, kara parçalarına sahip olma hırsının arkasında kalıyor hoyratça. İnsanlar bölüp parçalamakla, savaşmakla uğraşmaktan hiçbir zaman tadını çıkaramıyor kendisine sunulan bu nimetlerin.
Geçen hafta İzmir galasında buluştuğumuz “Kako si?”yi izlerken de yine aynı şeyleri düşündüm. Kahramanların İstanbul’dan Bosna’ya süren araba yolculuğunda; kavgaların arasında, ortasında, arkasında kalmış dünyanın en güzel coğrafyalarından geçiyorduk. Yeşillikler, ormanlar, sular, köy yolları, tepeler, köyler, evler... Ancak işte tam da o coğrafyanın ortasında duruyordu acı dolu insanlar. Dillerini, dinlerini, kimliklerini unutmaya zorlanan ve onun acısıyla yaşayan insanlar. O yollardan o insanlar geçiyordu, o evlerde o insanlar yaşıyordu, o ağaçların altında o insanlar oturuyordu.
Sonra şehir görüntüleri var bir de. Yollar gelip büyük şehirlerin içinde soluklanıyordu. O büyükşehirlerde ise yaşanan vahşetin yüzü daha belirgin ortaya çıkıyordu. Apartmanlarda, evlerde binlerce kurşun, havan topu izleri... Yıkılmış camiler, yok edilmiş mahalleler... Ve geriye sadece isimlerden ibaret kalmış taştan anıtlar. Sarajevo’da katliamın acı yüzü tokat gibi çarpıyordu.
Kökleri Saray Bosna’ya giden İzmirli müzisyen arkadaşım Cenk Bosnalı’nın “Gel bak senin de köklerinin yaşadığı toprakları gör” dediği “Kako si?” filmininin çoğu sahnesinde gözyaşlarımı tutamadım.
Özlem Akovalıgil’in senaryosunu yazdığı, yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendiği filmde Semahat Goruşanin, Mesut Akusta, Deniz Çakır, Kemal Okur, Atilla Öner, Ayberk Atilla, Ömer Pobriç ve Senka Oruç rol alıyor.
Hikayeye gelince...
Ailesi yıllar önce Bosna’dan İstanbul’a göç etmiş olan Semahat, ilerlemiş yaşına rağmen ata topraklarına seyahate karar verir. Yönetmen olan Fatih, kadını ilginç bulur ve yolculuğunu filme almak ister: Fatih’in arkadaşı Ufuk, hayatındaki karışıklıklardan uzaklaşmak için bu yolculuğu fırsat olarak görür ve yardım etmek için onlara katılır. Sarajevo’ya varınca Semahat’ın ailesini bulmak için yaptıkları araştırma yaşanan son savaşın tüyler ürpertici gerçekleriyle yüzleşmelerini sağlar. Sonunda Semahat’ın 82 yaşındaki kuzeni Muhammed’i bulurlar.
Muhammed’in “Kendimi artık buraya ait hissetmiyorum. Tek suçum, adım...” sözleri filmin en vurucu sahnesi olarak akıllara kazınıyor.
Ve Kusturica...
Birkaç gündür yaşanan Emir Kusturica tartışmaları da gala gecesinin konuşulanlarından biri oluyor.
Boşnak kökenli yönetmen Özlem Akovalıgil, Kusturica’nın Kültür Bakanlığı tarafından sansasyon için çağrıldığını söylüyor; “Kusturica’yı 10 yıl önce niye davet etmediler? Niye zirvedeyken çağrılmadı? Bakanlık destek veriyor Antalya Film Festivali’ne, Kusturica çağrılıyor. Bu nasıl çelişki? Adam geçmişinin, yaptıklarının arkasında duramıyor. Avrupa, Amerika’ya yaranmak, para kaynaklarını sağlamlaştırmak için üreterek değil de Müslümanlığı reddederek, Boşnaklığı, ailesini reddederek para kazanmaya ve prim yapmaya çalışıyor”
Nasıl? İlginç değil mi?